İnsanların öfke, korku, endişe ve hayal kırıklığı gibi duygularını ifade etmek ve karşısındaki insanları incitmek için kullandığı kelimeler küfür1: “a. 1. Sövme, sövmek için söylenen söz, sövgü” olarak adlandırılır. Sadece kişisel duygular değil bazen toplumsal tepkiler de küfür tanımlaması içerisinde yer alabilir. Toplumların geçmişte komşularıyla yaşamış olduğu olayların bun‐ da etkisi olduğu muhakkaktır. Yüzyıllar boyu süren bu etkileşim, siyasi ve ticari alanlarda olduğu kadar sosyo‐kültürel alanda da kendini göstermiştir. Coğrafi konum itibariyle tarih boyunca pek çok milletle etkileşim içerisine girmiş olan Türkler, komşularıyla yaşadığı çok sayıda acı olayı toplumsal hafızasında (bilinçaltında) toplayarak küfürlerle de olsa zaman zaman hep hatırlamıştır. Bilinçaltı tümüyle ruhsal organın bir işlevi, aynı zamanda ruhsal hayat‐ ta en güçlü etken konumundadır.
Bir insanın devinim çizgisini biçimlendi‐ ren, yaşam planını oluşturan güçleri burada aramak gerekir.2 Bu açıdan olayların yorumu ve çözümlenmesi yapılırken tarihsel gelişim çizgisinin de göz önüne alınması gerekir. Toplumsal olaylar temelden itibaren bir süreç içinde gelişir.3 Günümüz toplumunun geçmişini anlamanın en önemli araç‐ larından biri de bilinçaltında saklı tutulan “etnik küfür”lerdir. Etniklik, sos‐ yal bir grubun ırk, dil veya milli kimliğidir. Bu kavramı kendi ulusal varlığını gösteren bir soy ve bu soya ait bir dille o soyun bütünlüğünü ve sürekliliğini ifade eden tarihi kuşatır. Etnik kimlik ise, bir toplumda yaygın olan kültür unsurlarının farklı özellikler taşımasıyla ortaya çıkmaktadır.
Geçmişteki yaşantılar öylesine dayanılmaz şekilde gerginleşmiştir ki, nefret, umutsuz‐ luk ve acının verdiği etkiyle insanlar, gerekli olan yargı ve anlatma gücünü bazen kalıplarda bulmuştur. Geçmişin anlaşılması, toplumsal bağlamda kendimizi anlamayı, yani sosyolojik bir hayal gücünü gerektirir. Sosyolojik hayal gücü ile içinde yaşa‐ dığımız toplum ve kendimiz arasındaki ilişkiyi daha iyi görebiliriz. Bizler bir açıdan toplumun ve içinde yaşadığımız tarihsel süreçlerin ürünleriyiz. Fakat aynı zamanda tarihi yapan insanlarız.5 Üstelik Sosyoloji güçlü veya zayıf kişilerin tarihsel gelişme üzerine önemli etkilerinin olduğunu inkâr etmez.6 Bu bakımdan bir dizi sosyal sürecin bileşkesi olan kültür, bir milletin hayat tarzını ifade ederken, tarih sahnesine çıkışından günümüze kadar elde ettiği birikimleri de gözler önüne sermektedir.
Bu birikimler toplumsal olguları‐mızı oluştururken ne tarafa doğru yönlendirildiğimizi anlama açısından da oldukça önemlidir. Zira bugünün hayatı, dünün kültür birikimidir.Toplum olarak köklü bir geçmişe sahip olmamız bu birikimi giderek artırmıştır. Bu sebeple kültür birikimimiz bir hayli yüklüdür. Günümüzde yerli, yabancı bütün tarihçiler Türklerin, Türk diye anıl‐ maya başlanmadan çok önce tarih sahnesinde yerlerini aldıklarını kabul etmişlerdir. Sadece “çok önce” deyimiyle belirtilmek istenen zaman süresi, bir tarihçiden diğerine değişmektedir. Bu da Türklerin tarihe imzalarını atmaya başlamalarının, kendi anayurtlarında yaşadıkları devirlerde değil de, o yurttan göçtükten sonra gittikleri ülkelerde başlamış olmasıdır.
Aslında “insan düşüncesi” soyut bir kavramdır, ama kişinin oluşması‐ nın koşullarına, dış etki ve önerilerine tümüyle açıktır. Zaten bu açıklık o düşünce yapısının gelişmesiyle doğru orantılı olarak artar. Bu çalışmamızda mümkün olduğu kadar “tarafsız” olunmaya çalışılmıştır. Ancak sosyal bilim‐lerden herhangi birini yapmaya çalışan birinin “taraflı” olması belki onun bilimselliğini zedeler ama “tam tarafsız” da olamaz. Bu olamazlık, insan düşünce ve kişiliğinden geldiği gibi, sosyal bilimin yapısından da kaynak‐ lanmaktadır. Her toplum sosyal bir bütündür. Bu bütünün parçaları kimi zaman bir‐ birlerini tamamlayarak kimi zaman da birbirleri arasında zıtlıklar yaratarak tarihsel akışın meydana gelmesine neden olur.
Millet temelli toplumsal ve kültürel tasarımlarda tarihin belli olay, olgu ve aktörleri unutulurken, belli olay, olgu ve aktörleri de özel bir hatırlanmaya tabii tutulmaktadır.11 Bugün bir Fransız kahvaltısı yiyeceği olan ‘kruasan’ adlı hilal şeklindeki çörek buna en güzel örnektir. Viyana Kuşatması’nın başarısızlığından sonra o kentin fırıncıları, Osmanlı’yı temsil eden hilal şeklinde çörekler yapmışlar ve bir bakıma ağızlarında hilal şeklindeki çöreklerle Osmanlı’yı çiğnemişlerdir.
Sözel tarih, sıradan insanın yaşadıklarını, tanık olduklarını, çevresin‐ den işittiklerini, çevresindekilere aktarması, dolayısıyla geçmişin hatırlana‐ rak yeniden yaşanma sürecidir. Sözlü anlatımlarda toplum bilincini destek‐ leyen ve birlik ruhunu pekiştiren özellikler vardır; çünkü “ortak bir tarih” yaşamak aynı zamanda ortak bir akla mensup olmak, yani aynı kimliği ta‐ şımak anlamına da gelir. Yaşanmış geçmişin tanıklıkları, bir sonraki kuşak için yönlendirici özellikler gösterir. Yaşanan her olay, yaşayanlar, tanık olanlar ya da bu olayı çeşitli yollardan işitenler, öğrenenler tarafından farklı algılanıp farklı değerlendirilebilir. Yaşanan olayın dillendirilmesi, yansıtıl‐ ması açısından bu değerlendirmeler, halk kültüründe muhtelif türde ya‐ pı/ürün olarak ortaya çıkar.
Sözgelimi yaşanmış bu olay, çevrede ibret alınması için anlatıla gelen hikâye olabilir. Derin bir üzüntüye sebep olan bir olay olarak ağıtlaşabilir ve yaşananları kuşaklararası aktararak günü‐ müze kadar gelebilir. Ya da asıl niteliklerinden uzaklaşarak bir efsane şekli‐ ne dönüşebilir. Sözlü ortam kaynağı, hangi biçim içinde ifade ediliyorsa edilsin, zaman içinde geçip geldiği yüzyılların bilgisini, tarihî olgu ve eylem‐ lerini sınırsız sayıda yeniden düzenleyerek gelen veya kayda geçiren bir sözel belge niteliği gösterir.13 Dolayısıyla bütün kültürler önce sözellik aşa‐ masından geçer ve kültürel kimliğin oluşmasında ve devamlılığında aslî fonksiyonlar üstlenen halk kültürü ürünleri ile birleşir.
Ve toplumun üyele‐ ri, değer, inanç, ölçü ve dünya görüşlerini sözlü gelenek yoluyla dile getirir. Bunlar fertlerin gönüllü ve ortak kabulleriyle oluşmaktadır.14 Belirli bir bağlamda kullanılan bazı ifadeler belli bir tonlama ile söy‐ lendiğinde hakaret ima edebilir. Bu bağlamda kullanılan kelimeler toplu‐ mun yaşamış olduğu tarihi ve kültürel ilişkileri nedeniyle hakaret anlamıyla algılanmaktadır. Bağlamının dışında kullanımlarda ise bu kelimeler hakaret ve küfür ifadeleri değildir. Benzeri kullanımlar her dilde bulunur, ancak bu tip kelimeler toplumdan topluma, hakaret ve küfür nitelikleri içinde geçtik‐ leri bağlama göre değişir.15 Söylenen küfürler ve hakaretler muhatabının fiziksel, zihinsel, sosyal (etnik, sınıfsal, ideolojik, cinsel, vb.) yönlerini hedef alabilir. Bu tip kulla‐ nımlar bireysel özellikler ve sosyal özellikler olarak ikiye ayrıldığında şöyle bir tasnif yapılabilir:
Bireysel özellikleri hedef alan hakaretler:
- Fiziksel özellikler ve rahatsızlıklar
- Zihinsel özellikler
- Sosyal özellikleri hedef alan hakaretler:
- Etnik, dini
- İdeolojik
- Sınıfsal
Milli tarihimizin en önemli olaylarından birisi bugün üzerinde yaşa‐ makta olduğumuz Anadolu’nun Türkiye haline getirilmesi ve dünya tarihin‐ de çok önemli ve etken roller oynayan bağımsız bir Türk Devleti’nin kurul‐ muş olmasıdır.17 Bu süreç içerisinde çok gergin, çok incitici, adaleti çok yargılayıcı günler yaşayan Karslı ninem torununa “Ermeni Dığası” diye kı‐ zarken, Trabzonlu ninem “Rum Kırması”, İzmirli ninem “Yunan Asması”, Çukurovalı ninem “Ermeni Tohumu”, Urfalı ninem ise “Ermeni Dölü” diye kızmaktadır. Kendi politik anlayışını yeni yetişen kuşaklara benimsetmek isteyen dedem de “Ermeni Bozması, Urıs Tohumu, Yunan Gavuru, Ermeni Türemesi” diye ardı ardına tüm bu etnik küfürlerini sıralamaktadır. Bu ifadelerin en bariz işlevi geçmişte yaşanmış olan savaşlar ve sosyal çöküntülerin belleklerde bıraktığı izdir. Bu savaşlarda toprak, devlet, kim‐ lik, iktidar kaybedilmiş ya da kazanılmış olabilir.
Ancak bu yeniden hatırla‐ ma, seçicilik içinde bulunulan bazı olumsuz şartların da etkisi ile bilinçlerde tarihin yeniden inşa edilmeye başlamasını sağlamaktadır. Bu durum, top‐ lumsal hafızanın yeniden canlanmasına çok önemli katkılarda bulunmakta‐ dır.18 Dede ile torun arasındaki uçurum, tespit ettiğimiz bilinçaltında saklı tutulan aşağıdaki ifadeler ile kapanacaktır kanısındayız. Bu anlamda sınırları vizesiz aşamayan toplumlar, kapıda duran kanlı monarşi de olsa, güdümlü diktatörlük de olsa içeri girebilmektedirler. Dola‐ yısıyla toplumsal olmayan bir belleğin olmadığı neticesi bizi geleneksel ve sözel bir kültürel aktarımın söz konusu olduğu ilk dönemlere götürmekte‐ dir. Yazının icadına kadar insanlık, ürettiği kültürel belleğini çeşitli şekiller‐ de paylaşmanın arayışını sürdürmüştür.
Nine ve dedelerimiz de hiçbir za‐ man sözlerinin uçup gitmesini istememiş, yazının icadında bile yazının taşı‐ yıcı unsurlarının alttan alta zamana karşı direncini oluşturmuşlardır. Çok daha sonra mürekkebin uçup gitmemesi için geliştirdiği yöntemlerin bile onların sözlerinin geleceğe taşınmasında binlerce yıl sürecek arayıştan da‐ ha az etkili olduğunu düşünebilmekteyiz.19 Artık toplumlar için top ve barut varsa “etnik küfür” de vardır. Üstelik bunun için somut bir taşıyıcının olma‐ sı da şart değildir. Acılarımızı paylaşmanın olanakları ve kızgınlıklarımız giderek artarken bunu paylaşma duyarlılığımız da aynı oranda artmaktadır. Tüm bunlar unutulmuş gibi görülebilir. Ancak toplumumuza acı veren anı‐ lar, bilinçten uzaklaştırılarak bilinçdışına atılmıştır. Ve en küçük bir kızgın‐ lık anında kendini göstermektedir.
Çünkü yaşananlar iyisiyle kötüsüyle hem o toplumun, hem de insanlık tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır.20 Genelde ifade etmeye çalıştığımız, unutkan tavrın gerisinde bir yerler‐ de, yaşanmış olayların ve düşmanlıkların aslında hiçbir zaman unutulma‐ yan bir tarz sergilediğidir. Bu tarz, bizlere yaşayarak öğrendiklerini kültü‐ ründe saklayıp yeni kuşaklara aktarma yeteneğine bağlı olan nine ve dede‐ lerimiz sayesinde ulaşmaktadır. Ancak hangi toplum olursa olsun bu husus, kısa bir zaman dilimi içinde oluşmadığından, doğum yoluyla geçen bir kalıt gibi bizleri de etkisi altına almıştır. Dededen, atadan gelen bu etki, yaşayan insanların duygu, düşünce ve yaşantılarıyla şekillenmekte, zaman içerisinde az da olsa değişerek devam etmektedir. Aynı amaç doğrultusunda yıllarca gerek etnik gerekse bölgesel ifadelerin yaygınlığı coğrafi tesir sonucunda devletler gibi dilleri de parçalamıştır.
Bugünkü uygarlığın, uzun bir geçmişin eseri olduğunu kavrayıp derle‐ diğimiz “bilinçaltına dayalı etnik küfürler” geçmiş zamanlardaki tarihi, siya‐ si, ekonomik ve sosyo‐kültürel olayların göz önünde bulundurulmasıyla oluşturulmuştur. Günlük hayatta kullanılan fakat kitaplarda bulamadığımız etnik küfürleri ancak öğrencilerimizden derleme yoluyla tespit edebildik. Gerek ağızlarla ilgili derlenmiş metinlerde gerekse bölgeleri anlatan kay‐ naklarda bulamadığımız etnik küfürler buna rağmen günlük hayatta kulla‐ nım sıklığı göstermektedir. Daha geniş bir çalışmayla daha fazla ve farklı etnik küfürler tespit edilebilecektir. Çalışmaya en iyi şekilde hizmet edebil‐ mesi için hangi ilde hangi etnik küfürlerin kullanıldığı tespit edilmiştir.
Tes‐ pitimiz sonucunda her ilde kullanılan etnik küfürlerin o ilin tarihi geçmişini belgeler nitelik taşıdığı görülmüştür. Savaş dönemlerinde her bölgenin fark‐ lı devletlerin istilasına uğramasının yanında, bazen farklı bölgeler de aynı devletlerin istilasına uğramış, onların eziyetlerine maruz kalmıştır. Bu yüz‐ den her bölgede hatta şehirde farklı etnik küfürler karşımıza çıkmaktadır. Ayrı ayrı bölgelerden derlemiş olduğumuz bu etnik küfürler, derlendiği bölgeye göre birtakım farklılıklar göstermektedir. 70’li yıllardan başlayarak günümüze kadar çığ gibi gelişen “Ermeni te‐ rörü” ile Osmanlı İmparatorluğu’ndaki “Ermeni Sorunu”, Batı’daki akade‐ mik çevrelerin, ister istemez, gündemine girmiştir. Altmışı aşkın senedir Ermeni asıllı ‘bilim adamları’ büyük bir azim ve ısrarla Doğu Anadolu’nun Ermenilerin hakiki anayurdu olduğunu, Türklerin bu bölgeyi esas sahiple‐ rinden zorla aldıklarını ve sistematik katliamlarla onları buralardan kov‐ maya çalıştıklarını savunmuşlardır. 1915’te ise planlı bir soykırım uygulan‐ dığı yolunda iddialarda bulunmaktadırlar.
21 Yüzyıllardır “Korkunç Türk” peşin hükmüyle Türk insanını ve onun ta‐ rihteki yerini değerlendirmeye alışmış bir çevrede Ermeni suçlamaları ko‐ laylıkla yayılarak Batı kamuoyunda Ermeni terörizmini meşrulaştırmış, hatta bir ölçüde onu cesaretlendirerek “ahlaki” bir boyut kazanmıştır. Bazı Ermeni aydınları ise, Türklerin Ermeni cemaatini baskı altında tuttuklarını ve Kıbrıs’ta Türk mezaliminin bugün de devam ettiğini savunabilecek kadar ileri gitmişlerdir.22 Öte yandan, Türk aydını ise susmayı, tarihi ve güncel polemiklerin dı‐ şında kalmayı yeğlemek üzereydi. Ancak, söz konusu sessizliğin Türkiye’ye nelere mal olabileceğinin anlaşılması üzerine değerli eserler gün yüzüne çıkmaya başlamıştır ve daha niceleri de çıkacaktır.
Tarih bilimi ile siyaset birbirlerinden ayrı uğraş alanlarıdır. Biri öteki‐ nin hizmetinde bir araç olarak kullanılma yoluna gidilince, söz konusu gay‐ retlerin kısa ömürlü olacağı açıktır. Yalanlar ne kadar derine yerleşmiş ve ne kadar dal‐budak salmış olurlarsa olsunlar, er veya geç gerçek anlaşıla‐ caktır.24 Nitekim 19. yüzyıldan sonra Ermeni ve Rus işgaline uğrayan Kars bölgesinde söylenen “etnik küfürler” özellikle Ermeniler üzerinde yoğun‐ laşmıştır. Ermeni zulmünün üstünden yıllar geçmesine rağmen bu söylem‐ lerin devam ediyor olması toplumsal belleğin ön plana çıktığı bu aşamada bölge halkının, geçmişi ve uğradığı haksızlığı unutmadığını ve tepki anla‐ mında bu tür söylemler kullandığını göstermektedir.
Kimi zaman bilinçli, kimi zaman bilinçsizce söylenen bu küfürler halk ağzında çoklukla kullanılmaktadır.
Söz konusu ettiğimiz etnik küfürlerden en çok kullanılanlar ise şunlardır: “Ermeni, Ermeni balası, Ermeni çocuğu, Ermeni damarlı, Ermeni dölü, Ermeni ineği, Ermeni gelini, Ermeni sıpası, Rus balası, Rus dölü, Rus saldatı, Rus tohumu, Sarı Malakan vb.” Etnik küfüre en çok rastladığımız bölge “Kars” olması dolayısıyla önce‐ liği bu bölgemizden derlediğimiz ifadelere vermiş bulunuyoruz. “Ermeni dölü, Ermeninin doğurduğu, Ermeninin kızı, Ermeninin oğlu, Rum, Rum evladı, Rum kırması, Rum soyu, Rum torunu, Rum veledi” gibi etnik küfürle‐ ri derlediğimiz Trabzon bölgesi ise bu anlamda ikinci sırada yer almaktadır. Edebiyattan hukuki alana geçiş ve siyasi çekişmelerden din savaşlarına atlama tarihte kargaşanın başladığı noktalar arasında yer almaktadır.
Kökeni Farsça olan ve çok eskilerden beri dilimizde kullanılan “gavur”26 söz‐ cüğü, dinsiz, Müslüman olmayan ve Türk olmayan kişilere hitaben söylenen bir sözcüktür. Aynı zamanda merhametsiz, acımasız anlamları da vardır. Özellikle Erzurum bölgesinde kullanılan etnik küfürlerde bu sözcükle ku‐ rulmuş söylemlere rastlamaktayız: “gavurun kızı, gavurun oğlu, gavurun tohumu” gibi. Genel anlamda, Türkiye genelinde etnik küfürlerin Ermenilere yönelik olduğunu yinelerken, bazı ifadelerdeki benzerliğin çokluğu da aynı nispette gözlerden kaçmamaktadır. “Ermeni dölü” Adıyaman, Kars, Kütahya, Şanlıur‐ fa, Trabzon, Van illerinde söylenen ortak etnik küfürlerdendir. Yine “Ermeni tohumu” Adana, Aksaray, Ardahan, Elazığ, Erzurum, Giresun, Hakkari, Iğdır, Kars, Kayseri, Kırşehir, Manisa gibi Türkiye’nin çeşitli illerinde söylenmek‐ tedir.
Ortak olan etnik küfürlerin söylenmiş olduğu illerimize baktığımızda çoğunun Doğu ve Güneydoğu bölgesinde bulunduğunu görmekteyiz. Erme‐ nilerin bu bölgedeki Türk halkına zulüm, işkence ve katliam yaptığı tarihi kaynaklarda ortaya konmaktadır. Etnik küfürlerin bazıları genel olarak tüm bölgelerde kullanıldığı gibi bazıları da sadece belirli bölgelerde kullanılmaktadır. Kurtuluş savaşı yılla‐ rında Fransızların işgaline uğrayan güney bölgelerimizde Fransızlar üze‐ rinden söylenen çeşitli etnik küfürler ortaya çıkmıştır. “Fransız bozması, Fransız çocuğu, Fransız dölü, Fransız tohumu, Fransız tüccarı, Fransız uşağı, Fransız yavrusu, Fransız’dan türeme” gibi etnik küfürler özellikle Gaziantep, Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş illerimizde karşımıza çıkmaktadır.
Batı bölgelerinde söylenen etnik küfürlere baktığımızda ise Yunanlılara yönelik ifadelere rastlamaktayız. “Yunan asması, Yunan bozması, Yunan cavuru,Yunan gavuru, Yunan çocuğu, Yunan dölü, Yunan gavurunun dölü, Yunan ib.nesi, Yunan inadı, Yunan iti, Yunan kanı, Yunan kırması, Yunan oğlu Yunan, Yunan soyu, Yunan tohumu, Yunanın çıkardığı” gibi. Etnik ifa‐ deler içeren bu küfürlere İzmir, Aydın, Uşak, Kütahya, Muğla, Niğde, Adana, Afyon, Edirne, Aksaray, Manisa ve Konya gibi ege veya güneye yakın illeri‐ mizde rastlamaktayız. Etnik küfürlerde dikkat çeken bir diğer husus küfür eden kişilerin kü‐ für ettikleri kişileri sadece o millete değil o milletin bazı hayvanlarına da benzetmeleridir. Örneğin “Alaman iti, Alman köpeği, Yunan iti, Amerikan köpeği gibi”. Yırtıcı ve saldırgan bir hayvan olan köpek bu etnik küfürlerin bir parçası olmuştur.
Iğdır ve Kars’ta yaşayan Azeri halkının söylediği ve diğer bölgelerde pek kullanılmayan “yezid, yezid oğlu yezid” gibi etnik küfürler de vardır. Yöre halkının unutamadığı ve nesilden nesile aktarmış olduğu bu ifadelere ise hiç şüphesiz “Kerbela” olayı kaynaklık etmektedir. Etnik küfürlerde, küfürleri söyleyen kişi söylediği kişiyi bazen karakter olarak, bazen fiziksel olarak, bazen de güç bakımından eskiden savaş ve zulüm gördüğü milletlere benzetmektedir. Örneğin; Kars’ta söylenen “Er‐ meni damarlı” etnik küfrü, söylenen kişinin inatçı olma özelliğini ortaya koymaktadır. “Ermeni suratlı, Sarı malakan, Yunan inadı, Kıbrıs eşeği, Rus ayısı, Hollanda ineği, Fransız tüccarı” gibi etnik küfürlerde de görüldüğü gibi çeşitli açılardan benzetmeler yapılmaktadır. Fakat bu benzetmelerde sadece yabancı toplumlar üzerinden söylenen etnik küfürler yoktur.
Bazı yörelerin güçlü veya farklı özellikleri olan hayvan benzetmeleri de vardır. Bu etnik küfürlerin yanında sadece bir ilimizde söylenen ifadeler de mevcuttur. Merzifon yöresinde söylenen “kalleş İngiliz”, Osmaniye’de söy‐ lenen “Fransız tüccarı”, Gaziantep’te söylenen “Alaman iti” bunlara örnektir. Tespitimiz sonucunda her ilde kullanılan etnik küfürlerin o ilin tarihi geçmişini belgeler nitelik taşıdığı görülmüştür. Bu durum bize, yakın ve uzak komşu ülkeleriyle olan ilişkilerimiz hakkında genel bir bilgi kazandır‐ mıştır. Toplumlar “milli” tarihlerine yer vermeyi, ders kitaplarından başka, uluslara karşı kullandıkları düşmanlık ifadeleri ile de göstermişlerdir. Bu durum güçlü bir kültür zemininin bilinçaltında oluşmasını hızlandırmıştır.
Ancak söz konusu ettiğimiz milletlere yönelik ifadelerin dışında Amerikalı‐ lara, İtalyanlara; hatta Japon ve Çinlilere yönelik söylenilen etnik küfürlere de rastlanılmıştır. Ancak derleme sonucu elde edilen rakamlar değerlendi‐ rildiğinde bu milletlere ait ifadelerin diğerlerine göre daha az bir nicelik taşıdığı görülmektedir. Bunların en önemlisinin etnik bakımdan tamamıyla kendilerinden farklı olan komşularıyla yaşadıkları çatışmalardan kaynak‐ landığı görülmüştür. Bu açıdan derlediğimiz ifadeleri, resmi ideolojinin genç kuşaklara aktarılma süreci olarak tanımlayabiliriz.
Bu tanımlamanın gerisinde, kişinin geçmişten getirdiği kızgınlıklarının birikimi olduğu gö‐ rülmüştür. Bu da göstermektedir ki bir dil, o dili konuşanların kendine özgü kültü‐ rünü, tarihini ve karakterini yansıtmaktadır.27 Bu yansıtım derlediğimiz ifadeler yardımıyla ispatlanmaya çalışılmıştır. Nitekim atalarımız bu ifade‐ leri kullanmamış olsalardı, toplumun neler yaşadığını, neler çektiğini öğre‐ temeyecek, gelecek kuşaklara toplumsal bir bellek ve miras bırakamayacak‐ lardı. Geçmişini öğrenmek isteyen Türk halkı için bu ifadeler dikkate alın‐ malıdır. Bu şekilde toplumlar sosyo‐kültürel yaşamlarına yabancı kalmaya‐ caklardır.
İllere göre derlenen etnik küfürler(en fazla‐ en az)
KARS | 47 |
TRABZON | 29 |
ERZURUM | 14 |
VAN | 14 |
ADANA | 11 |
IĞDIR | 9 |
İZMİR | 9 |
KÜTAHYA | 8 |
MARDİN | 7 |
ADIYAMAN | 7 |
AYDIN | 7 |
KAYSERİ | 7 |
DİYARBAKIR | 6 |
GAZİANTEP | 6 |
GİRESUN | 6 |
HATAY | 5 |
OSMANİYE | 5 |
ŞANLIURFA | 5 |
MALATYA | 4 |
MANİSA | 4 |
AFYON | 3 |
AĞRI | 3 |
AKSARAY | 3 |
ANTALYA | 3 |
BİNGÖL | 3 |
ELAZIĞ | 3 | ||
KAHRAMANMARAŞ | 3 | ||
KIRŞEHİR | 3 | ||
RİZE | 3 | ||
YOZGAT | 3 | ||
ARDAHAN | 2 | ||
EDİRNE | 2 | ||
HAKKARİ | 2 | ||
KONYA | 2 | ||
MUĞLA | 2 | ||
ARTVİN | 1 | ||
BALIKESİR | 1 | ||
İSTANBUL/SARIYER | 1 | ||
MERSİN | 1 | ||
(MERZİFON | 1) | ||
NEVŞEHİR | 1 | ||
NİĞDE | 1 | ||
ORDU | 1 | ||
SAMSUN | 1 | ||
UŞAK | 1 | ||
ZONGULDAK | 1 | ||
Genel Toplam | 263 |
Kaynak: Mustafa ŞENEL
ADLER Alfred, İnsanı Tanıma Sanatı (çev.Kamuran Şipal), İstanbul: Say Yay., 1997 ALTUN Hilal Oytun ,“Hakaret Anlamı Olmayan Kelimelerin Hakaret Amaçlı Kullanımı”, Acta Turcica: Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, Online Thematic Journal of Turkic Studies, 1, 2/1, Temmuz 2009, s. 1‐16. 153 ATEŞ Toktamış, Osmanlı Toplumunun Siyasal Yapısı, Ümit Yay.,(3.Baskı), Ankara 1996 BAŞKAN Özcan, Bildirişim (İnsan‐Dili ve Ötesi), İstanbul: Multilingual Yay., 2003 BOZKURT Veysel, Değişen Dünyada Sosyoloji (Temeller/ Kavramlar/ Kuram‐ lar), Bursa: Ekin Yay., 2009 COLE Stephen, Sosyolojik Düşünme Yöntemi (çev.Bekir Demirkol), Ankara: Vadi Yay., 1999. GARAUDY Roger, Siyonizm Dosyası (çev.Nezih Uzel), İstanbul: Pınar Yay., 1983 GÖRKEM İsmail, Halk Hikâyeleri Araştırmaları, Ankara 2000 GÜRÜN Kamuran, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Ankara: Bilgi Yay., 1984.
ÖKE Mim Kemal, Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu 1914‐1927, İstanbul: Aksoy Yay., 2001. SEVER Mustafa, “Toplumsal Bellek ve Geleneksel Eylem Bağlamında Bir Sözel Tarih Metninin Değerlendirilmesi”, Millî Folklor, 2008, XX/77, s.61‐68. TÜRKDOĞAN Orhan, Osmanlıdan Günümüze Türk Toplum Yapısı, İstanbul: Çamlıca Yay., 2004. YÜCEL Yaşar‐Ali Sevim, Türkiye Tarihi I, Türk Tarih Kurumu Yay.,Ankara 1995. http://www.teori.org/index2.php?option=com_content&do_pdf=1&id=173, 26.06.2008 http://www.historicalsense.com/Archive/Fener64_1.htm, 27.06.2008 http://www.mevsimsiz.net/kose_yazi.php?cy=194, 28.06.2008 http://www.tdk.gov.tr/TR/sozbul, 15.07.2008 http://tdkterim.gov.tr/bts/ ,04.10.2011 http:/sedefinkalemi.blogspot.com,03 Temmuz 2008
Seninde bize katılmanı isteriz. Sende BU FORMU eksiksiz doldurarak bize katılıp, yazarlar kadromuzda yer alabilirsin. |