Müslümanların Gözünden Hz. Muhammed (570-632)

Hz. Muhammed[n 1] (Arapça: ﻣﺤﻤﺪ, Arapça telaffuz: [muħammad]; y. 570  –  8  Haziran  632),[2]  Arap sosyal,  dinî  ve  siyasî  lider   ve  İslam‘ın   kurucusuydu.[3]   Arabistan‘ın  tamamını  alarak   Müslüman

hakimiyetindeki tek bir yönetim altında birleştirmiş ve böylece Kur’an‘ın yanı sıra öğretileri ile uygulamalarını güvence altına alarak İslamî dinî inancın  temelini  oluşturmuştur.  Müslümanlar tarafından Âdem, İbrahim, Musa, İsa  ve diğer peygamberlerin  daha  sonradan  tahrif edilmiş  tek tanrılı

dinlerini  onaran  ve  tamamlayan;[4][5][6][7]  Allah‘ın  insanlara  gönderdiği  son  peygamber olduğuna

inanılır.[8][n 2]

MS 570 civarında Arap şehri Mekke‘de doğan Hz. Muhammed, hayatının ilk yıllarında hem öksüz hem yetim kalınca amcası Ebu Talib‘in koruması altında büyüdü. Kırk yaşında, düzenli olarak bazı geceler inzivaya çekildiği Hira mağarasındayken   Cebrail‘in  kendisine  gelerek  Allah’ın  ilk  vahyini  ilettiğini

duyurdu.[9][10][11][12]    Aldığını   iddia   ettiği    vahiylerle    birlikte    üç   yıl   sonra   İslam’daki  diğer

peygamberlere benzer şekilde,[13][14][15] “tevhit” inancını açık bir şekilde ilan  ederek  insanları  Allah’a teslimiyete ve kabul edilen tek yola, yani dine,[n  3] davet etmeye  başladı.[16]

Başlarda Hz. Muhammed kendisine az sayıda destekçi buldu ve  kimi  Mekkeli  kabilelerin düşmanlıklarıyla karşı karşıya kaldı. Kendisine ve kendi inancını benimseyenlere yapılan eziyetten kaçmak için ilk önce bazı Müslümanları Habeşistan‘a gönderdi, 622’de ise destekçileriyle birlikte Medine‘ye göç etti. Hicret adı verilen bu olay, daha sonradan Hicrî takvim olarak da bilinen İslamî takvimin başlangıcı kabul edildi. Medine’ye geldiğinde Hz. Muhammed, Medine Sözleşmesi ile birlikte kabileleri tek bir çatı altında topladı. Mekkeli kabileler ile aralıklarla sekiz yıl süren çatışmaların  ardından bir Müslüman ordusu kurarak 630’da Mekke’yi ele geçirdi. 632’de Veda Haccı‘nı tamamladıktan birkaç ay sonra hastalandı ve öldü. Ölümünden önce Arap Yarımadası’nın büyük bir

kısmının  İslam’ı benimseme süreci tamamlanmıştı.[17][18]

İslam’a göre, Hz. Muhammed’in ölümüne kadar Allah tarafından vahyedilen tüm ayetler,  dinin  temeli olarak kabul edilen Kur’an’ı oluşturdu. Kur’an’ın yanı sıra; Hz. Muhammed’in hayatı, uygulamaları ve sözleri de Müslümanlar  tarafından  kabul görerek  İslam hukukuna kaynak teşkil etti.


Bilgi kaynakları

Bilgi kaynağı olarak Hz. Muhammed’in hayatı ve erken İslam tarihi ile ilgili en dikkat çeken konu,  siyer  kitapları  ve hadis külliyatlarında derlenen bu bilgilerin Hz. Muhammed’in rivayetlere dayalı sözlü kültür ürünü olan kronolojik hayatından 150-200 yıl süren bir aradan sonra ortaya çıkmaya başlaması, rivayet ürünü malzemenin yüzyıllar boyunca artan ilerlemesidir. Rivayetlere dayalı kayıtlarda olayın yaşandığı günlerde anlatılanlar büyük ölçüde gerçekliğini    korurken,    birkaç    nesil    sonra değişikliğe

uğrayarak tarihi realiteden uzaklaşabilir.[19] Rivayet kültürüne dayalı eserlerin dışında tarih bilimi açısından İslamın erken tarihi, ne zaman ortaya çıktığı, hangi coğrafyada doğup dünyaya yayıldığı konusu günümüzde belirsizliğini korumakta, bu konuda Mekke’nin yanında Petra   başta  olmak   üzere  farklı   coğrafyalara   işaret eden

teoriler  ileriye sürülmektedir.[20]

Kur’an

Kur’an, İslam‘ın ana kaynağı olan kutsal metindir. Müslümanlar tarafından Allah‘ın sözü olduğuna ve Cebrâîl aracılığıyla   Hz. Muhammed’e  bildirildiğine inanılır.[21][22][23]

Bununla birlikte Kur’an, Hz. Muhammed’in kronolojik biyografisi hakkında bilgi edinilmesine çok az yardım eder ve ayetlerin çoğunda söylenme sebebini öne çıkaran herhangi          bir          tarihsel           bağlamdan        bahis

bulunmamaktadır.[24][25]

Siyer

Hz. Muhammed’in hayatıyla ilgili önemli bilgilerin bir kısmı, Hicrî 2. ve 3. yüzyıllarda (MS 8. ve 9. yüzyıllar) kaleme alınan   tarihi   çalışmalardan   elde   edilir.[26]    Siyer  olarak

adlandırılan bu çalışmalar, Hz. Muhammed’in hayatının Müslümanlar tarafından  kabul gören  geleneksel hâlini ve  bizzat Hz. Muhammed  tarafından  söylendiği iddia edilen  sözleri içerir.[27]

Bilinen en eski siyer, İbn-i İshak tarafından yaklaşık 767’de (HS 150) yazıldı. Çalışma günümüze  ulaşmasa  da  İbni  Hişam  ve  Taberî,  çalışmadan yaptıkları uzun alıntılarla eseri bilinir hâle getirdi.[28][29] Bunlara ek olarak Hz. Muhammed’in seferleri hakkında ek bilgi sunan Vâkidî (ö. HS  207)  ve kendisinin katibi İbn Sa’d‘ın (ö. HS 230) çalışmaları da erken dönemi bilgi kaynaklarındandır.[26]

Kesinlikleri belirsiz olmasına rağmen  birçok araştırmacı,  ilk  biyografileri doğru kabul eder.[28]

Hadis

Hz. Muhammed’in hayatıyla ilgili önemli bir diğer kaynak, kendisinin sözlü ve fiziksel öğretileri ile alışkanlıklarını bildiren hadis derlemeleridir. Hadisler, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Hz. Muhammed el-Buhârî, Müslim bin Haccâc, TirmizîNesâî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce, Mâlik  bin Enes ve Dârekutnî  gibi  pek çok yazar tarafından birkaç nesil boyunca derlenerek ortaya çıktı.[30][31]

Batılı akademisyenlerin bir kısmı hadis derlemelerini doğru tarihsel kaynaklar olarak kabul eder.[30] Madelung gibi araştırmacılar, hadislerdeki olay ve kişilerin tarihsel bağlam çerçevesinde değerlendirilerek diğer verilerle uyumlu olup olmadığının karşılaştırılması gerektiğini savunur.[32] Müslüman araştırmacılar, hadislerin isnâd zincirine dayanarak bunların siyer, megazi gibi isnad zinciri olmayan biyografik eserlerden daha güvenilir olduğuna inanırlar.[33]

Arkeolojik  bulgular/İkinci Fitne

Hz. Muhammed’in yaşadığı yer ve Müslümanların ilk kıblesi 1970’li yıllardan bu  yana  sarsıcı  tartışmaların  konusudur. Arkeolojik araştırmalarda Mekke‘nin rivayetlerin aksine İslam’ın kuruluş yıllarına göre yeni bir yerleşim olarak ortaya çıkışı, bilinen tarih kaynaklarında ve haritalarda adının 8. yüzyıl öncesi geçmemesi,[34] ticaret yolları üzerinde olmaması yanında arazisinin tarım açısından da uygunsuz oluşu,[35] erken dönem  hakkında  ipuçları  veren  Kur’an  ve  hadis  rivayetlerinde geçen bazı yer isimleri ve özellikleri ile Mekke coğrafi yapısının uyuşmaması gibi nedenlerle bazı  araştırmacılar Hz. Muhammed’in gerçek olmayan kurgusal bir kişilik  olduğuna inandılar.

Muaviye‘nin ölümü sonrasında çıkan iç karışıklıklarda Kabe Yezid‘in askerlerince mancınıklar kullanılarak  taşa  tutulmuş, isabet alan karataş üç parçaya bölünmüş, Kabe yıkılmıştır.[36] Kanadalı arkeolog ve İslam tarihi araştırmacısı Dan Gibson‘a

göre bu yıkım bugünkü Mekke şehrinde değil, bundan yaklaşık 1200 kilometre kuzeyde, Petra‘da gerçekleşmişti. Araştırmalarında, en eski camilerin kıble duvarları veya mihrap girintilerinin Petra‘yı göstermeleri nedeniyle, bu bulgularla  ayet, hadis ve siyer kaynaklarındaki ipuçlarını bir araya getiren Gibson Hz. Muhammed’in Petra’da yaşamış ve buradan  Medine‘ye göç etmiş olduğu sonucuna ulaşır. Ona göre Kur’an’da bahsedilen “bekke” veya “mekke” sözcükleri de Petra’yı ifade eden kelimelerdi. O’na göre Müslümanların ilk kıblesi de  Kudüs‘teki Mescid-i  Aksa  değil Petra’da  Al-Lat tapınağı olarak kullanılan Kabe idi. Bu yapı Müslümanlar arasında İkinci Fitne olarak nitelenen Abdullah bin Zübeyr ayaklanması sırasında mancınıklarla yıkılmış, İbni Zübeyr karataşı diğer kutsal eşyalarla birlikte alarak Emevi saldırılarından uzakta, bugünkü Mekke’nin bulunduğu yere taşımış yeni tapınağı burada inşa  etmişti.  Emevilere  karşı  Abbasilerin  desteğini kazanan yeni mekan birkaç yüzyıllık bir geçiş dönemi sonunda tamamen benimsenmiş, yeni yapılan camilerin yönü yeni Mekke’ye  dönük  olarak  inşa  edilmeye  başlanmıştır.   Ancak  Emevi  etkisinde  kalan  Kuzey  Afrika  ve   Endülüs  camileri

yönlerini bambaşka  bir yöne,  Güney  Afrika’ya  çevirerek  yeni kıbleye  karşı çıkmaya  devam etmişlerdir.[37][38]  Konu ile

ilgili ortaya atılan bir diğer iddia ise “bekke”nin bekaa ile bağlantılı olarak ele alınan Kudüs kenti olduğu yönündedir.[39]

Dan Gibson çalışmalarında erken İslam tarihine ait birçok yerin bugün bilinen yerlerden farklı  olduğunu değişik kanıtlarla ortaya koymaktadır. Bunlardan birisinde Taif‘in yeri ve kelime anlamı üzerine yaptığı açıklamalarla bu yerin  Petra yakınlarında bir yerleşim olduğunu ifade  etmiştir.[40]

İslamiyet öncesi Arap Yarımadası

Arap Yarımadası oldukça kurak ve volkanik olduğu için vaha ve su kaynaklarının olduğu yerler haricinde tarım yapılması zordu. Genel görünümü çöl içerisinde  dağılmış nokta şeklindeki köyler ve şehirler gibiydi; Mekke ve Medine bu şehirlerin  en önemlilerindendi.  Medine gelişmekte  olan büyük bir tarım yerleşimiyken  Mekke ise  birçok aşiretle  çevrilmiş  önemli  bir

finans merkeziydi.[41] Sert çevre koşullarına ve yaşam tarzına uyum sağlayarak çöl koşullarında  hayatta  kalabilmek insanların   ortak   bir   şekilde   yaşamasına   yol   açmıştı.   Böylece   ortaya   çıkan   aşiretlerin   oluşumu   ise   kan   bağına

dayanmaktaydı.[42] Yerli Araplar hem göçebe hem de yerleşik bir hayat sürüyorlardı. Göçebeler daha fazla su  ve  mera bulmak için  topluca sürekli bir yerden diğerine giderken yerleşik  hayat sürenler ticaret ve tarımla  uğraşıyorlardı. Kervanlara

ya da vahalara saldırmak da göçebelerin hayatının bir parçasıydı ve bunu bir suç olarak görmüyorlardı.[43][44]

Bizans ve Sasani imparatorlukları, İslamiyet öncesinde Orta Doğu’yu kontrol eden iki güçtü. Yüzyıllarca devam eden Pers- Roma   savaşları    bölgeyi   iyice    zarara    uğratmıştı    ve    bu    yüzden    imparatorluklar,    yerel   kabileler    tarafından hoş

karşılanmamaktaydı. Arap Yarımadası siyasi anlamda iki kabile ittifakı arasında bölünmüştü: Kuzey ve Batı Arabistan’da güçlü olan  Kays  aşiretinin  Bizans ile  yakın ilişkileri varken aslen  Yemenli olan Kalb aşiretinin  Sasaniler ile  yakın ilişkileri vardı.

Tapınma

İslam öncesi Arabistan’da her bir aşiret, kendi tanrı ve tanrıçalarını koruyucu olarak görür, bu tanrı ve tanrıçaların ruhları kutsal ağaçlar, taşlar, su  kaynakları ve  kuyularla  ilişkilendirilirdi. Arap  mitolojisinde  putlar sembolize  ettikleri  tanrı veya  tanrıçalar nedeniyle kutsal sayılmaktaydılar ve en önemli tapınım aracıydılar. İslam öncesinde Arap Yarımadası’nda çok sayıda kutsal  mekan ve buralarda inşa edilen kübik ilah evleri (Kâbe) bulunduğu, kutsal kabul edilen mekanlar ve ilah evlerinin Araplarca haram aylar boyunca ziyaret edilerek buralarda değişik tapınmaların  gerçekleştirildiği  bilinmektedir.[45]

Mekke’deki Kâbe, aşiretlerin koruyucu tanrılarının 160 tane put heykeline ev sahipliği yapıyordu. Kâbe’deki El-Manât, El-Lât ve El-Uzzâ ismindeki üç tanrıçanın Allah’ın kızları olduğuna inanılıyordu. Buna karşılık Hristiyanlar ve Yahudiler dahil olmak üzere Arabistan’da tek tanrı inancına sahip çeşitli topluluklar da vardı.[46] Yerli Araplardan Hanifler de bunlardan biriydi[47] ve bazen yanlış bir şekilde Hristiyanlar ve Yahudiler arasında sınıflandırılıyorlardı.[48][49] Müslüman inancına göre, Hz. Muhammed de bir Hanifti ve İbrahim‘in oğlu İsmail‘in soyundan gelmekteydi.[50]


İsmi ve sıfatları

İslam toplumunda Hz. Muhammed’e verilen çok sayıda isim ve sıfatlar bulunur. Bu isimler Hz. Muhammed’e Kur’anda verilenler, hadislerde verilenler, ilahi kitaplarda verildiği ileri sürülen isimler, Esma-i hüsna ile aynı olan isimler olarak sınıflandırılmış, Müstakim-zâde   Süleyman  Sadeddîn  “Mir’âtü’s-Safâ   fî  Nuhbeti  Esmâi’l-Mustafa”   isimli   risalesinde   Hz. Muhammed’in  99

ismini açıklanmıştır.[51]

Tam adı Ebû’l-Kâsım Hz. Muhammed ibn-i ʿAbd Allâh ibn-i ʿAbd’ûl-Muttâlib ibn-i Hâşim ibn-i ʿAbd Menâf El Kureyşî (Arapça: اﻟﻘﺮﺷﻲ ﻣﻨﺎف ﻋﺒﺪ ﺑﻦ ﻫﺎﺷﻢ ﺑﻦ اﻟﻤﻄﻠﺐ ﻋﺒﺪ ﺑﻦ اﻟﻠﻪ ﻋﺒﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ) ya da daha  kısa  olan  Ebû’l-Kâsım  Hz. Muhammed bin ʿAbd Allâh bin ʿAbd’ûl-Muttâlib El Hâşimî olarak geçer. Bu isim Türkçeye, Kureyşli ʿAbd’ûl-Menâf oğlu Hâşim oğlu ʿAbd’ûl-Muttâlib oğlu ʿAbd Allâh oğlu Kâsım’ın babası Hz. Muhammed olarak tercüme edilebilir. Ayrıca yaşadığı toplumda onun El-Emin (emin kişi, dürüst kişi) manasında Hz. Muhammed-ül Emin olarak adlandırıldığı rivayet edilmektedir.

Hz. Muhammed’in zamanında Arap Yarımadası’ndaki büyük kabileler ve yerleşimleri

Hz. Muhammed, Arapçada “övgü” kökü olan hamd fiilinden türetilmiştir. Mutad; “övgü alan, övülen” manasına gelir.  Ayrıca  halk  tarafından  Mustafa, Mahmud veya Ahmed ismiyle de anılır. Mustafa, Arapçada “seçilmiş”; Ahmed ise “daha çok  övülen”  demektir.  Künyesi  ise  Ebu’l-Kasım,  yani “Kasım’ın Babası”dır. Künye Arap toplumlarında, kişinin ilk doğan erkek çocuğunun ismine nazaran verilir. Bunun dışında kendisini Ebu’l benat yani

“Kızlar  Babası”  olarak   da  tanıtmıştır.   Kur’an’a  göre  Hz. Muhammed’in  geleceği  Tevrat’ta  ve  İncil’de  bildirilmiştir.[52][53]   Bir  hadise  göre;  peygamber

kendisiyle ilgili olarak, “Benim ismim Kur’an‘da Hz. Muhammed, İncil‘de Ahmed, Tevrat‘ta Ahyed’dir.” demiştir.[54][55][56] Bununla birlikte Yahudi  ve Hristiyan kutsal metinlerinde Hz. Muhammed’den bahsedilmez. Bazı İslam âlimleri İncil’de  geçen  Faraklit‘in  ayet  ve  hadislerde  söz  edilen  İslam peygamberini işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir.[57]  İslam alimleri ve Hristiyan  yorumcular arasında Yunanca  Kitâb-ı Mukaddes‘te  geçen  (Yuhanna  14, 16)

parakletos (Faraklit) kelimesinin Arapçaya tercümesinde ortaya çıkan ve Arapçanın özelliğinden kaynaklanan farklı okunuş şekilleriyle ilgili bir tartışma bulunmaktadır.[58]

İsim ve sıfatları

Hz. Muhammed MustafaHz. Muhammed-ül EminRahmetenli’l-ÂlemînHabîbullah    Müslümanlar tarafından ismi anıldıktan sonra söylenen salavat (sallallahu aleyhi ve sellem)
AhmedMahbûb-u KulûbMürşid-i MutlakRehber-i Ekmel
MahmudResûl-i EkremÜstad-ı KüllÂyine-i Samedanî
Mürebbi-i NüfusSultan-ı ErvahHâtem-ül EnbiyaSeyyid-ül Mürselîn
Muhbir-i SadıkFahr-ı Kâinatİki Cihanın SultanıŞefîu’-l Müznibîn
Fahr-i ÂlemŞeref-i Benî-ÂdemDâmen-i MuallâFerd-i Mümtaz
Hâtem-ül EnbiyaÜstad-ı A’zamRisâlet GüneşiZât-ı Muallâ
Seyyid-ül ÂlemînHz. Muhammed-i KureyşîŞahid-i SàdıkHatîb-i Kudsî
Maden-i KemalâtServer-i KâinatNebiyy-i ZîşanMürşid-i Kâmil
Şâh-ı LevlâkÂhirzaman NebisiRavza-i Pâk-i AhmedHabîb-i Ekrem
Muallim-i EkberEşref-i MahlûkatTılsım-ı Kâinatın MiftahıMuallim-i Ukûl
Muammâ-yı Hilkatin KeşşafıHikmet-i Âlemin ŞârihiSaltanat-ı İlâhiyenin DellâlıKitab-ı Kebîrin Âyet-i Kübràsı


Hayatı

Hz. Muhammed, bazı kaynaklara göre 570,[9][10][59] bazı kaynaklara göre ise 571[60] yılında Mekke’de dünyaya geldi.[9][10] Doğumundan önce babasını, 6 yaşında annesini kaybeden Hz. Muhammed’i amcası Ebu Talib velayetine aldı. İlerleyen yıllarda, çobanlık yaptı, çoğunlukla tüccar olarak çalıştı. İlk kez 25 yaşındayken 40 yaşındaki zengin bir dul olan Hatice ile evlendi.[11] Bazı geceler, dağlarla çevrili bir mağarada düzenli aralıklarla  inzivaya çekilip  dua  etme alışkanlığı vardı. 40 yaşında[9] oradayken, uzun düşünüşlerin mahsulü olan ilk vahyin, Cebrail aracılığıyla geldiğini iddia etti. Bundan üç yıl sonra insanları İslam’a davet etmeye başladı. Allah’ın bir olduğunu, Allah tarafından kabul görmenin tek yolunun Allah’a teslim olmak olduğunu öğretti. Kendisinin Allah’ın peygamberi ve resulü olduğunu, diğer peygamberler ile aynı kandan geldiğini anlattı.[13][14][15]

İlk başta kendisine az sayıda takipçi bulan Hz. Muhammed, Mekke’de bazı aşiretlerin düşmanlığıyla karşılaştı. Bu dönemde taraftarlarının şiddet içeren muameleler görmesi sebebiyle 622 yılındaki Medine’ye göçten önce bazı takipçilerini Habeşistan‘a gönderdi. Medine’ye Hicret olayı aynı zamanda Hicrî takvim olarak da bilinen İslami takvim‘in başlangıcı kabul edilir. Hz. Muhammed, Medine’de Medine Sözleşmesi ile oradaki  aşiretleri  birleştirdi.  Mekke kabileleri ile  süren sekiz yıllık  savaştan  sonra, iman  edenlerin  sayısı 10.000’i bulmuştu. Mekke’nin kuşatılması sonrasında yapılan antlaşma  ile  kansız bir

şekilde  Mekke’nin  kontrolünü  eline  aldı  [61]   Şehirdeki  putları  yıktı[62]   ve  daha  sonra  takipçilerini  Doğu  Arabistan’da  geriye  kalan  tüm putperest

tapınakları yıkmaları için yolladı.[63][64] 632 yılında, Veda Haccı‘ndan sonra Medine’ye döndü. Bundan  birkaç  ay  sonra  hastalandı ve  öldü.  Ölüm vaktine kadar Arap Yarımadası’nın  çoğu Müslüman olmuş, Arabistan’ı tek devlet altında  birleştirmişti.[18][65]

Soyu

İbrahim peygamberin büyük oğlu İsmail peygamberin soyundan, Adnaniler kavminden, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesinden gelir. İslam inancına göre Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar yaşamış kişilerin alnında Hz. Muhammed’in nesilden nesile geçen  nuru vardı. Rivayet edilen soy silsilesi şöyledir: Hz. Muhammed, Abdullah, Abdulmuttalib (Şeybe), Hâşim, Abd-i Menaf (Muğire), Kusayy, Kilab, Mürre, Kâb, Lüeyy, Galib, Fihr, Mâlik, Nadr,

Kinâne, Hüzeyme, Müdrike (Amir), İlyas, Mudar, Nizar, Maad, Adnan.[66][67][68][69][70] Ayrıca Hz. Muhammed, kendi soyunun İbrahim‘den geldiğini ifade eder: “Allah, İbrahimoğullarından    İsmail’i,    İsmailoğullarından    Kinaneoğullarını,   Kinaneoğullarından

Kureyş’i, Kureyş’ten Beni Hâşim’i,  Beni Hâşim’den de beni seçmiştir.”[71]

Doğum tarihi

Hz. Muhammed Fil Yılı‘nda Mekke’de doğdu.[72] Bu tarih kesin olarak bilinmemekte ve geriye dönük yapılan hesaplamalar ile bazı kaynaklarda 570,[9] bazı kaynaklarda da 571[60] yılı olarak  geçmektedir.

Hindistanlı Müslüman din bilgini Hz. Muhammed  Hamidullah  Hz. Muhammed’in  doğum tarihinin 12  Rebiülevvel  (17  Haziran  569)[72]   Mısırlı  astronomi  bilgini  Mahmut  Paşa  el-Felekî 9

Rebiülevvel (20 Nisan 571) olarak hesaplamışlardır. Daha sonra Beaumont  Burnaby Sherrard,     Mahmut     Paşa     el-Felekî’nin     hesaplamalarındaki     bazı     yanlışları  ortaya

koymuştur.[73] Lawrence I. Conrad (1987) ise kaba bir hesapla 570 yılı olarak vermektedir.[74] İslâmi  kaynaklarda  ağırlıklı  olarak;  Hz. Muhammed’in, milattan sonra 571 yılında, “Fil Vakası“nın olduğu yılda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi yani Arapların takvim başı olarak kullandıkları “Fil Vakası”ndan 52 gün sonra doğduğu belirtilmektedir.[60] Siyer ve İslam tarihi yazarları, doğumun Rebiülevvel ayında bir pazartesi günü  sabaha karşı  olduğu konusunda genel olarak  ittifak  etmişlerse  de, ayın kaçıncı günü olduğu konusunda görüş birliğine  varamamışlardır.[60]

Bu konudaki ihtilafların; rivayet çeşitliliğinden kaynaklanmasının yanı sıra, ay takviminin, güneş takviminden farklı olması ve Araplardaki nesi[75] uygulamasından da kaynaklandığı günümüzde ifade  edilmektedir.[76]

Çocukluğu ve gençlik  yılları

Babası Abdullah bin Abdulmuttalib, annesi Hazrec kabilesinden Nennaceler’den Vehb bin  Abdulmenaf’ın  kızı  Amine‘dir. Hz. Muhammed daha doğmadan babası öldü. Yetiştirilmesini dedesi Abdülmuttalib üzerine aldı ve torununa “Hz. Muhammed” adını verdi. Hz. Muhammed o sıralarda Mekke’de bulunan Beni Sa’d kabilesinden Halime  adlı bir kadına emanet edildi.[77]  Hz. Muhammed’i,  ondan önce amcası Abduluzza’nın cariyesi Süveybe emzirdi.[78][60] Hz. Muhammed, dört yaşına kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle sütannesi Halime’nin yanında kaldı, daha sonra Mekke’ye, annesinin yanına döndü. Dört yaşından altı yaşına kadar,  öz annesi  Âmine ile birlikte kaldı, onun şefkat ve özeni ile yetişip büyüdü.[60]

Hz. Muhammed altı yaşında iken, annesi Âmine ve bakıcısı Ümmü Eymen ile birlikte babasının kabrini görmek için Medine’ye gitti. Medine’de, akrabaları Neccâroğullarında bir ay kaldıktan  sonra Mekke’ye dönüş yolundaki Ebva’ya ulaştıklarında  annesi vefat etti  ve  orada  defnedildi.  Cariyeleri  Ümmü  Eymen,  Hz. Muhammed’i Mekke’ye  getirip  dedesi Abdulmuttalib’e  teslim  etti.  Altı yaşından

sekiz yaşına kadar, ona dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib  yaş itibarıyla  seksen yaşını aşmış bir ihtiyardı.  Hz. Muhammed  sekiz yaşında iken, dedesi de öldü. Dedesi ölmeden önce, onu yetiştirilmesi için,  oğlu Ebû Tâlib‘e bıraktı.  Ebû Tâlib, Abdülmuttalib’in  on oğlundan biriydi.[60]

Rivayetlere göre Hz. Muhammed dokuz yaşındayken amcası, ticaret yapmak için gittiği Suriye‘ye onu da götürmüş, bu gezide Busra kasabasında Bahira isminde Hristiyan bir rahip onun peygamber olacağını haber vermiştir. Hz. Muhammed on yedi yaşındayken de amcası Zübeyr bin Abdülmuttalib ile Yemen‘e gitti. Bu gezilerin Hz. Muhammed’in bilgi, görgü ve zihinsel alt yapısının oluşumunda etkin rol oynadığına inanılmaktadır. Ayrıca gençliğinde  amcaları  ile  birlikte  Kureyş  ve  Kays kabileleri arasındaki Ficar Savaşı‘na katıldı. Ticarete olan ilgisi daha sonra kendisi ile evlendiği Hatice ile tanışmasına neden

oldu ve onun sermayesi ile  ticarete başladı.[79]

Hz. Muhammed’in gençliğinde çevresinden gelen paganist görüş ve uygulamalarla ilgilenmediğine inanılır. Bu inanca göre, kendisi, aynı dönemde herhangi bir puta tapmamakla birlikte, başkalarının tapınmalarına da açıkça  karşı  çıkmadı.  Kur’an’daki “…oysa önce, kitap nedir, iman nedir sen bilmezdin…” (Şura Suresi: 52) ve “Allah, seni şaşırmış bulup hidayete

erdirmedi mi?”[80]  (Duha Suresi: 7) gibi ifadeler kendisinin İslam öncesi durumunu  anlatmaktadır.

Kültürel birikimi ve  okuryazarlığı

Hz. Muhammed’in okuryazarlığı ile ilgili geleneksel görüş onun okuryazar olmadığı şeklindedir. Hz. Muhammed için yaygın bir sıfat olarak kullanılan  ümmî sözcüğü “kitâbî bilgilerle zihni doldurulmamış, doğal hali üzerine kalmış, okuyup yazarak tahsil görmemiş kimse” anlamına gelmektedir.[81] Başka bir  görüşe göre ise ümmi, okuma yazma bilmeyen anlamından daha çok “mevcut dinlerden hiçbirine tâbi olmayan, onların kitaplarını okumayı ve yazmayı bilmeyenler anlamında  kullanılan”  olduğu şeklindedir.[82]

Hz. Muhammed’in okuma yazmasının olmadığı görüşü bazı Kur’an ayetleri ve hadislere dayandırılır. Ankebût Suresi:48, A’raf Suresi:158  ve  Cuma  Suresi:2 gibi ayetlerde Hz. Muhammed’in okuma yazma bilmediğinden bahsedilir. Ayrıca vahiy meleği Cebrail‘in ilk vahyi getirip “oku” (ikra/kıraat et) dediğinde, Hz. Muhammed’in “Ben okuyan biri değilim.” dediğini anlatan hadis[83] de Hz. Muhammed’in okuma yazma bilmediğine kaynak olarak gösterilir. Ayrıca Hz. Muhammed’in, yetiştiği toplumda tahsil görmesi için bir olanağının bulunmadığı, birlikte yaşadığı toplumun da ümmî olduğu belirtilmektedir.[60]

Hz. Muhammed’in okuryazar olmadığını kabul etmeyen birtakım görüşler de vardır. Buna göre vahiy öncesi dönemde Araplarda eski dini birikimin  şairler,  kıssa anlatıcıları, Hanifler ve Yahudi-Hristiyan din bilginlerinden oluşan ve muhtemelen zengin mitolojik kültür birikiminin geniş toplum kesimlerince bilindiği, Hz. Muhammed’in de içinde yaşadığı bu toplumun yazılı veya sözlü anlatımlarından oluşan birikime sahip olduğu, İslam öncesi Arap toplumunda hikâye kültürünün bilinebilirlik durumuna göre düşünülmektedir. Örneğin vahiy öncesi dönemde Hz. Muhammed’in eşi Hatice’nin amcasının oğlu olması dolayısıyla görüşme ihtimali olan kişilerden biri olan Rahip Varaka, Tevrat, Zebur ve İncil‘i de kapsayan Kitâb-ı Mukaddes‘e hâkimdir. Varaka’nın dini birikimlerini   Hz. Muhammed’e   aktardığı,   bu   bilgilerin   Kur’ân’daki   Yahudi   ve   Hristiyan   kültürüyle   ilgili   dini   anlatımlara   kaynak   teşkil   ettiği ileri

sürülmektedir.[84]    Ayrıca,    uzun   yıllar   zengin   bir   kadın   olan   Hatice’nin    ticari   faaliyetlerini   yürütmesi   vb.   sebeplerle    de   okuryazar   olduğu

düşünülmektedir.[85][86]


Peygamberliği

İslam inancına göre Kur’an Allah tarafından Cebrâîl isimli melek aracılığıyla Hz. Muhammed’e peygamberliği boyunca (22 yıl) ayetler hâlinde indirilen kutsal kitaptır. İslam’da inanç, ibadet, şeriat, ahlak, tasavvuf gibi uygulamaların dayandırıldığı ana kaynak Kur’an’dır.

Hz. Muhammed’e isnat edilen söz, fiil ve davranışlara hadis, bunlardan gelenekselleşen uygulamalara sünnet denir. Şiiler Hz. Muhammed’in sözleri yanında masum kabul edilen imamların sözlerini de  hadis  kabul  etmektedirler.  Sünnilerin  tüm sahabeyi güvenilir bulmalarına karşılık Şiilerde, sahabe ve tabiin tek tek ele alınır ve tarihsel süreçte Ali veya Ehli Beyt tarafında  yer almayan  veya karşıtları arasında yer alanlar güvenilmez bulunarak  onlardan  gelen  rivayetler reddedilir.  Sünni

hadis kitapları Hz. Muhammed’in zamanından 200-300, Şii hadis kitapları 400-500 yıl sonra yazılmışlardır.[87] Hadisler, Kur’an’dan sonra İslam’da  ikincil kaynaktır.

İlk vahiy

Siyere göre Hz. Muhammed 40 yaşına yaklaştığında toplumdan uzaklaşarak Mekke‘nin kuzeyinde, Nur Dağı‘ndaki Hira Mağarası‘nda inzivaya çekilmeyi ve burada vakit geçirmeyi adet edinmiş, bu durum 1-2 yıl devam etmiştir. 610 yılında bir Ramazan gecesi (Kadir Gecesi) hırkasına  bürünüp  Hira Mağarası’nda tefekküre daldığı bir sırada ilk vahyi almıştır. Hz. Muhammed’in 610 yılından başlayarak, vefat ettiği yıl olan 632’ye kadar aldığını iddia ettiği vahiyler  Kur’an’ı oluşturur.

İslam’a  çağrı, ilk  Müslümanlar ve tepkiler

Hz. Muhammed, Mekkeli paganların yanı sıra, Yahudi ve Hristiyanları da dinlerinin aslının bozulduğu iddiaları ile İslam’a davet etmiştir.

Sünnilere göre Hz. Muhammed’in çağrısına ilk uyan, eşi Hatice olmuş, onu amcası Talib’in oğlu Ali, azatlı kölelerden Zeyd bin Harise ve Ebu Bekir izlemiştir.  Şia’ya göre ise ilk  Müslüman  amcasının  oğlu Ali bin Ebu Talib‘dir.

Hz. Muhammed’in çağrısı, kendi mevkilerinin tehlikeye girebileceğini düşünen kişileri tedirgin  eder.  Kâbe‘den  putların kaldırılması, ticaretin engelleneceği ve birtakım alışkanlıklara son verileceği düşüncesiyle büyük tepki ile karşılanır. Bu dönemde İslam dinini kabul edenlerin büyük çoğunluğu dinlerini gizlemek  zorunda  kaldılar.  Bir süre  sonra  Hz. Muhammed önce akrabalarını, ardından Safâ Tepesi‘ne çıkarak  tüm Mekke halkını açıktan  açığa Müslüman  olmaya çağırır.  Bu sebeple ilk  Müslümanlar vahyi şüphe ile  karşılayan  Mekkelilerce ağır hakaret ve işkencelere katlanmak  zorunda kalmışlardır.

Bu işkenceler artınca bazı inananlar Habeşistan‘a göç etmek zorunda kaldı. İki dalga hâlinde göç edenler, bir süre sonra Hz. Muhammed’in Mekkelilerin Müslüman oldukları ve Hz. Muhammed ile anlaştıkları (Garanik) yolunda aldıkları bir haber üzerine geri döndülerse de Mekke’ye geldiklerinde bunun doğru olmadığını öğrenince yeniden gittiler. Bu arada iki güçlü ve önemli mevki sahibi kişi olan Ömer ve Hamza‘nın Müslümanlığı kabul  etmeleri  Müslümanların moral ve cesaretlerini artırdı; Kâbe‘de açıkça namaz kıldılar. Hz. Muhammed’in  amcası Abduluzza  dışındaki akrabalarından  yardım görmesi  ve Mekke önde gelenlerinden bazılarının Müslüman olmaları, paganist inanca sahip kişilerin tepkilerini daha da artırdı. Hz. Muhammed, eşi Hatice ve amcası Ebu Talib‘in ölmeleri üzerine Mekkelilerin Müslüman olmaları konusunda ümitsizliğe kapılarak  Taif‘e  yerleşmek  istedi.  Ancak  burada  tepki daha  da büyük oldu ve Hz. Muhammed  geri dönmek zorunda kaldı. Tüm bu olaylara  karşın, peygamberliğine olan inancı, düşüncelerini sürekli yaymasını sağladı.   Bu inancından cesaret alarak  din alanındaki çalışmalarını Mekke dışına  taşımaya yöneldi.


Mucizeler

İsra ve miraç

Rivayetlere göre Hz. Muhammed Mekkeliler ile sadece teorik din tartışmaları yapmamış,  onlara kendisinin peygamber olduğunu kanıtlayan mucizeler de göstermiştir. Bunlardan birisi olan miraç anlatısına göre; “Bir gece, Hz. Muhammed, Cebrail eşliğinde, burak isimli bineğe binerek Mescid-i Aksa’ya gider. Orada, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerden bazılarıyla görüştükten sonra göğün en son katı olan sidret’ül müntehaya yükselir. Allah ile görüşür, cennet ve cehennemi görür  ve evine döner. Sünni inancına göre bu yolculuk esnasında, diğer bazı hükümler yanında beş vakit namaz da farz  kılınmıştır.  Yine  Sünni inancında Hz. Muhammed  bu yolculuğu hem ruh hem beden ile

Şii inancında ise sadece ruh ile yapmıştır.”[89]

Rivayete göre Hz. Muhammed Mekke’ye dönünce, bu yolculuğunu anlatır. Kureyşliler, onu yalanlarlar ve doğruysa Mescid-i Aksa’yı kendilerine tarif etmesini isterler. Mescid-i Aksa Hz. Muhammed’in gözü önüne getirilir ve Hz. Muhammed bu mescidin kapı, pencere vb. bölümlerini ayrıntılarıyla anlatır. Hatta Kureyşlilere, miraca çıkarken yolda gördüğü bir Kureyş ticaret kervanının ertesi gün geleceği saati söyler ve kervan  söylenen  saatte  gelir.  Mitolojik anlatımlara göre ise kervanın dönüşü 1 saat gecikmiş ama bu gecikmeyi telafi etmek için Allah

güneşin doğuş saatini 1 saat geciktirerek peygamberin sözünün yalan çıkmamasını sağlamıştır.[90]

Kur’an’da “Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan,   çevresini   bereketlendirdiğimiz   Mescid-i   Aksa’ya   götüren   Yücedir”   (İsra 1)

ayetinin miraç gecesi ile ilgili bir ifade olduğuna inanılır. Miraçla ilgili Burak, göğe yükselme, beş  vakit  namazın  farz kılınması ve diğer anlatımlar hadis ve siyer kitaplarında  yer alır.

Ayın yarılması

Kur’anda muallakat şairlerinden en:Imru’ al-Qais ‘ın şiirinde de kullanılan [91] “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı” ifadesi ve bağlantılı rivayetler Hz. Muhammed’in bir işaretiyle ayın gökyüzünde ikiye ayrılıp tekrar birleşerek en büyük mucizelerinden birisini gösterdiği inancının müslümanlar arasında yerleşmesine yol   açmıştır.[92]

Akabe Biatları

Ana  madde: Akabe Biatları

Hz. Muhammed, bir Hac mevsiminde Akabe de denilen tepelerde Yesribliler (Medineliler) ile görüştü. Medinelilerden, önce altı, sonra on iki kişi Müslüman oldu. Memleketlerine döndüler ve İslam’ı anlatmaya başladılar. Ertesi yıl aynı yerde Müslüman olmuş yetmiş üç erkek  ve  iki  kadın  Hz. Muhammed’e Medine‘ye  gelip  bu  kente  yerleşirse  kendisini  koruyacaklarına  söz  verdiler.  Bu  anlaşma  üzerine  Müslümanlar  büyüklü  küçüklü  topluluklar hâlinde

Medine’ye göç etmeye başladılar. Medine’nin, Mekke’nin kuzey ticaret yolu  üzerinde  bulunması  ve burada Müslümanların  giderek çoğalması,  Mekkelilerin  çıkarlarını tehdit eder duruma ulaştı.

Medine’ye göç

Müslümanlığa karşı olan Mekkelilerin, baskıyla, Hz. Muhammed’i vazgeçirememesi ve  Medine’de Müslümanların giderek kuvvetlenmesi, durumun kendileri için tehlike yaratacağı düşüncesiyle Dâru’n-  Nedve dedikleri meclislerinde  toplanarak meseleyi görüşmelerine  yol açtı.

Görüşmelerde yerleşik düzeni tehdit eden İslam’ın hızla büyüdüğü ve Hz. Muhammed’in bu çalışmalarını durdurmak gerektiği merkezinde birleşildi.  Sonuç olarak  Hz. Muhammed’in öldürülmesine  karar verdiler.

Rivayete  göre  suikastçılar,  gece  Hz. Muhammed’in  evini  sararak,  onu  öldürmek  için  uyumasını  beklediler.

İnanca göre Allah, onları Peygamber’e bildirir ve Ali, Hz. Muhammed’in yerine avluda onun yatağına yatar. Suikastçılar yorganı açıp yatakta Ali’yi görünce şaşırır ve durumu üslerine anlatmak üzere giderler. Hz. Muhammed, evden çıkarak Ebu Bekir’in evine gitmiş ve hicret için geldiğini söylemiş, Ebu Bekir’in evinde bir süre oturduktan sonra beraberce Medine’ye hareket etmişlerdir.

Hz. Muhammed ve Ebu Bekir 20 Eylül 622’de, Medine yakınlarındaki Kuba‘ya ulaştılar. Hz. Muhammed sevinçle karşılanır ve Külsüm bin Hedm’e konuk olur.  Burada 10 gün kalarak bir mescit inşa ettirir,  sonra da Medine‘ye hareket eder.  Bu sırada  Ali de Kuba’ya ulaşır.

Hz. Muhammed  Medine’de,  Beni Salim  mahallesinde  Cuma Namazı‘nı kıldı ve  kendisini bekleyen  Müslümanlara  ilk  hutbesini verdi.

Medine‘de Ebu Eyyub el-Ensari’nin konuğu oldu. Medine´ye girdiğinde halk Peygamberlerinin  kendi  evlerinde  kalması  konusunda  tartışınca Hz. Muhammed; devesinin ilk çökeceği yere evinin yapılması önerisini sundu ve halk tarafından bu kabul edildi. Devesinin ilk çöktüğü yere bir Mescid ve kendi ailesinin kalması için mescide bitişik odalar yaptılar. Mescidin bir yanına da  barınaksız  kişilerin  kalabilmeleri  için  “Suffa”  adı verilen  bir yer  yapıldı,  burada kalanlara  “Ashab-ı suffa” denildi.

Medine hayatı

Medine (asıl adı Yesrib olan şehre Müslümanlarca Medinetü’n Nebi, sonra da kısaca Medine adı verildi) halkı, Mekke’den göç edenlerden (Muhacir) ve bunlara yardımcı olduklarından dolayı Ensar adını alan yerli halk (aslen Yemen kökenli Evs ve Hazrec kabileleri) ile Beni Kureyza, Beni Kaynuka, Beni Nadir adlı Yahudi kabilelerden oluşuyordu. Bunlar arasında birlik sağlamak oldukça güçtü. Medine sınırları yakınlarında Hayber vb. yerlerde yaşayan Yahudiler, varlıklı kişiler olduklarından, çevre üzerinde etkiliydiler. Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki  geleneksel  düşmanlığın  yeniden  alevlenme olasılığı da vardı. Ayrıca Ensar ile Muhacirleri kaynaştırmak, çözülmesi gereken bir sorundu. Hz. Muhammed, bütün bu kesimleri birleştirip bağdaştırmak amacındaydı. Ancak her şeyden önce çok yoksul olan göçmenlerin durumlarının düzeltilmesi gerekiyordu. Hz. Muhammed Muhacirleri yerli halk ile  kardeş  ilan ederek, onlara yardım etmelerini sağladı. Yahudiler ile açılan aralarını düzelterek Medine kent devletini kurdu. Farklı kesimlerin hak ve  yükümlülüklerini saptayan 47 maddelik bir tür Medine Antlaşması benimsendi.

Medineli Yahudilerin Müslümanlığa karşı çıktıları, İslam’a ve Müslümanlara karşı olumsuz  tutumlarını  sürdürdükleri bazılarının Müslüman görünerek eski dinleri üzerine devam ettikleri rivayet edilmektedir. Hz. Muhammed 10 yıllık Medine hayatında başta Mekkeliler olmak üzere çok sayıda kabile ile savunma, saldırı, baskın veya sadece gözdağı vermek gibi psikolojik etki amaçlı 100 kadar askeri harekete imza atmıştır.  (Bkz. Hz. Muhammed’in  savaşları)

Mekkelilerle  savaşlar

Medine’ye göç eden Müslümanların kalan mallarının yağmalanmasına karşılık Hz. Muhammed, Mekke’ye giden kervanlara el koymak isteyen Müslümanların ısrarlı taleplerine onay verdi. Büyük bir kervana saldırmak isteyen Müslümanlar ile bunu

haber alan Mekkeli kuvvetler arasında Bedir kuyularının olduğu bölgede yapılan muharebede (13 Mart 624) 305 kişilik Hz. Muhammed komutasındaki Müslümanlar, komutanları Amr İbni Hişam‘ı da öldürerek 950 kişilik Mekke kuvvetlerini bozguna uğrattı. Bir yıl sonra bu kez Ebu  Süfyan  komutanlığında 3000 piyade ve 200 süvariyle Medine’ye doğru yola çıkan Mekke kuvvetleri Uhud dağı eteklerinde yaklaşık 1000 kişilik  Medine ordusu  ile 19 Mart 625’te karşılaştı. Uhud Muharebesi olarak adlandırılan bu savaş sırasında bozguna uğramış Mekke  kuvvetleri,  Hz. Muhammed’in  emrini dinlemeyerek dağın arkasından dolaşan geçidi kontrol etmek üzere konuşlanmış okçuların  yerinden  ayrılmasından  faydalanan  süvarilerin  desteği ile tekrar toparlandı ve üstünlük sağladı. Taraflar şehirlerine geri döndüler. Daha sonra Mekkeliler Müslümanların Mekke kervanlarına saldırılarına devam  ettiler. 31 Mart 627’de 10.000 savaşçısı ve 600 atlısı ile  Medine’ye  saldırmaya  gelen  Mekkelilere  karşı Medineliler  Hz. Muhammed  komutasındaki 3000 piyade ile şehirde savunma savaşı yapmaya karar verdi. Selman-ı Farisi’nin teklifiyle şehrin  bazı  stratejik  yerlerine  hendekler  kazılmasından  dolayı Hendek savaşı olarak adlandırılan bu savaş bir kuşatmaya dönüştü. Bir ay süren kuşatma havanın soğuması ve  fırtına  çıkması  ile  kaldırılması Medinelilerin  zaferi olarak kaydedildi.

Hudeybiye  Antlaşması ve  Mekke’nin Fethi

Hz. Muhammed ve ashabı, Beytullah ziyareti için Mekke’ye doğru yola çıktı. Mekkelilerin  Müslümanları  savaş  için  geldiklerini  zannederek  korkuya kapıldılar, anlaşma teklif ettiler. Hudeybiye köyünde, 628 yılında 10 yıl savaş yapılmayacağına dair anlaşma yapıldı. Bu anlaşmayı Mekkelilerin himayesindeki bir kabilenin bozması ile Hz. Muhammed komutasındaki güçler Mekkeyi kuşattı ve ufak birkaç saldırı dışında direniş  olmadan  11  Aralık 629’da Mekke fethedildi. Hz. Muhammed Mekke’ye girer girmez genel af ilan edildiğini bildirdi ve Ebu Süfyan‘a  bildirdiği  şekilde,  kimseye dokunulmayacağını ilan etti. Ardından içerisinde 360 put bulunan Kabe’ye yöneldi. İsra Suresi’nin 81. ayetini okuyarak putları birer birer devirdi ve daha sonra da beraberindeki Müslümanlarla Kabe’yi tavaf etti. En önemli ticaret merkezlerinden Mekke’nin fethedilmesinden sonra Hz. Muhammed’in insanları çağırdığı İslam dini Arap Yarımadası’nda  üstünlük sağlamaya  başladı.

Veda  Hutbesi ve ölümü

Hz. Muhammed’in öldürülmesi için zehirleme yapıldığı ve ölümün bu zehirlenmeye bağlı olarak gerçekleştiğine dair rivayetler bulunmaktadır.[94]

Hz. Muhammed’in veda haccı olarak anılan Mekke ziyareti sırasında 632 yılı Mart ayında (9 Zilhicce) arefe günü 100.000 den fazla Müslüman’a seslendiği rivayet edilen Arafat vadisindeki Rahmet Dağı’nda yaptığı konuşmasına veda hutbesi denir. Veda Haccı‘ndan sonra Medine’ye dönen Hz. Muhammed kısa bir süre sonra hastalandı. Son anlarında Aişe  ve  kızları yanındaydı. Rivayete göre Hz. Muhammed, ölümü öncesinde hastalığının en şiddetli anlarında kâğıt-kalem getirilmesini istedi.

Müslümanların  yollarını şaşırmamaları için  bir yazı yazdıracağını söyledi. Ancak daha sonra bundan vazgeçti.[95]

Hayatını kaybetmeden bir süre önce Müslümanlara seslenmesi; “Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız, namaza dikkat ve devam ediniz!”  şeklinde  oldu.[96]  Başı Aişe’nin  göğsüne  dayalı şekilde  kelime-i  şehadet  getirdi.  Ağzından  dökülen  son

cümle “Allahümme er-refikül ala…” (Türkçe “En yüce dosta” olarak çevrilebilir.[97]) şeklindeydi.  8  Haziran  632’de  öldü.[77]  Mescid-i  Nebevî‘nin yanında bulunan Aişe‘nin evine defnedildi.

Hz. Muhammed’in ölümü sonrasında kabileler hâlinde İslamda irtidat olarak nitelenen  dinden  dönüşler yaşandı.  Halife  Ebu Bekir ordusuyla bu kabilelerin üzerine yürüdü ve ridde savaşları adı verilen kanlı savaşlar yaşandı.

Hz. Muhammed ayrıca geride önemli miktarda arazi ve mal varlığı  bıraktı.  Bunların  en  öne çıkanı tartışmaların  da odağında  olan Fedek Arazisi‘dir. Hz. Muhammed’in ölümü sonrası Fatıma bu arazileri Halife Ebu Bekir’den istedi. Ebu Bekir, bu mal ve arazilerin Peygamber tarafından halkın yararına idare edilen devlete ait kamu malları olduğu gerekçesiyle bu isteği geri çevirmiştir. Eşi Fatıma’nın ölümünden sonra Ali, Fatıma’nın peygamberin mirasından  payını  almak  için  tekrar  başvurdu ancak başvurusu aynı nedenlerle bir kez daha reddedildi. Bununla birlikte Ebu Bekir‘den halifeliği devralan Ömer, Medine’deki  arazileri  Hz. Muhammed’in  kabilesi  Haşimoğulları  adına  Ali ve  Abbâs’a  verdi; Hayber ve  Fedek  Arazisi‘ni ise

devlet malı saydı.[98]

Hz. Muhammed’in  ölümü  sonrasında  geriye  kalan  dokuz  eşinden  hiçbiri   evlenmedi.   Kur’an’da  Hz. Muhammed’in   eşleri   için


“Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O’nun hanımları da onların analarıdır.” (Ahzab Suresi: 6)[99] ayeti bulunması sebebiyle bu kadınların  evlenmelerine toplum hoşgörüyle bakmadı.


Evlilikleri ve çocukları

Genel inanışa göre Hz. Muhammed 11, ya da 13 kadınla evlenir. İranlı araştırmacı Ali Daşti Hz. Muhammed’in evlendiği 23 kadının listesini vermiştir.[100] Hz. Muhammed’in evliliklerinde savaş esirleri veya cariyeler de bulunmaktadır. Bunlar evlilik  olarak  kaydedilse bile  İslam kültüründe cariyelerin  statüsü  ayrıdır ve bu kadınlarla  cinsel beraberlik  için  nikâh işlemi yapılmaz.

Evliliklerin 2’si dışında tamamı Medine döneminde gerçekleşmiş, Hz. Muhammed’in eşleri için Mescid-i Nebevî‘nin duvarlarına bitişik odalar yapılmıştır.[101] Müslümanlar

« Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O’nun hanımları da onların analarıdır.[102] »

ayeti sebebiyle Hz. Muhammed’in eşlerinden  annelerimiz  diye bahsederler.

Rivayete dayalı geleneksel kaynaklara göre Ayşe, Hz. Muhammed ile evlendiğinde altı ya da yedi yaşındaydı.[103][104][105] Ayşe, dokuz ya da on yaşına ulaşana kadar cinsel ilişkide bulunmadılar.[103][104][106][107][108][109][110][111] Bu nedenle Ayşe evlilikte bakireydi.[104] Ayşe’nin yaşını hadis gibi kaynaklara göre hesaplayan modern Müslüman  yazarlar,  Ayşe’nin  evlilikte  on üç yaşından büyük olduğunu tahmin ederler.[112][113][114][115][116]

Hz. Muhammed’le evlendiği sırada 38, 40 veya 46 yaşında olduğu belirtilen ilk eşi Hatice’den 5, 6 veya 7 çocuğu olduğu,[117] Kasım, Abdullah ismindeki erkek çocukların küçük yaşlarda öldüğü, kızların Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma isimlerini taşıdıkları bilinir. Hz. Muhammed’in Ebu’l Kasım (Kasım’ın babası) olan künyesi, Hatice’den olan ilk oğluna dayanır. Hz. Muhammed’in Hatice’den sonraki evliliklerinden Eşi Mariye’den olan oğlu İbrahim

dışında çocuğu olmamış ve İbrahim iki yaşında ölmüştür.[118]

En küçük kızı Fatıma, Hz. Muhammed’in İslam tarihi açısından en fazla iz bırakan çocuğu ve soyunu devam ettiren tek çocuğudur. Alevi ve Şii anlayışında kutsanır ve ikinci Meryem olarak anılır.  İslam geleneğinde Şerif ile Seyyidlerin  soyları Fatıma ve Ali yoluyla Hz. Muhammed’e dayandırılır.[119]


Hilye

İslam adetleri Hz. Muhammed’in resminin çizilmesini hoş görmediği için onu sözle tasvir etme yöntemi tercih edilmiştir. İçerik hadis ve siyer kaynaklarından alınan anlatılardan oluşur. Osmanlı hattatları bu anlatımları hilye adı verilen bir sanat hâline getirmişlerdir.[120] Hilyelerde genellikle tercih edilen rivayette Ali bin Ebu Talib Hz. Muhammed’i şu şekilde vasfetmiştir:[120][121]

“Hazreti Peygamber’in boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa ne düz uzun saçlı; saçı, kıvırcıkla düz arasında idi. Değirmi (yuvarlak) yüzlü, duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kirpikliydi.

İri kemikli ve geniş omuzluydu. Göğsü, ortadan karnına kadar kılsızdı. İki avucu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman, sanki yokuş aşağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında bütün vücuduyla dönerdi.

İki omuzu arasında “Nübüvvet mührü” vardı. Bu Onun sonuncu peygamber oluşunun nişanesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu, en arkadaş canlısıydı. Kendilerini ansızın görenler Onun heybeti karşısında sarsıntı geçirirler, fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, Onu her şeyden çok severlerdi.”


Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Muhammed


Seninde bize katılmanı isteriz. Sende BU FORMU eksiksiz doldurarak bize katılıp, yazarlar kadromuzda kadromuzda yer alabilirsin.

Kültür, Sanat ve Araştırma Bloku.

Döküntü Net

Bir Cevap Yazın