Hz. Muhammed[n 1] (Arapça: ﻣﺤﻤﺪ, Arapça telaffuz: [muħammad]; y. 570 – 8 Haziran 632),[2] Arap sosyal, dinî ve siyasî lider ve İslam‘ın kurucusuydu.[3] Arabistan‘ın tamamını alarak Müslüman
hakimiyetindeki tek bir yönetim altında birleştirmiş ve böylece Kur’an‘ın yanı sıra öğretileri ile uygulamalarını güvence altına alarak İslamî dinî inancın temelini oluşturmuştur. Müslümanlar tarafından Âdem, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerin daha sonradan tahrif edilmiş tek tanrılı
dinlerini onaran ve tamamlayan;[4][5][6][7] Allah‘ın insanlara gönderdiği son peygamber olduğuna
inanılır.[8][n 2]
MS 570 civarında Arap şehri Mekke‘de doğan Hz. Muhammed, hayatının ilk yıllarında hem öksüz hem yetim kalınca amcası Ebu Talib‘in koruması altında büyüdü. Kırk yaşında, düzenli olarak bazı geceler inzivaya çekildiği Hira mağarasındayken Cebrail‘in kendisine gelerek Allah’ın ilk vahyini ilettiğini
duyurdu.[9][10][11][12] Aldığını iddia ettiği vahiylerle birlikte üç yıl sonra İslam’daki diğer
peygamberlere benzer şekilde,[13][14][15] “tevhit” inancını açık bir şekilde ilan ederek insanları Allah’a teslimiyete ve kabul edilen tek yola, yani dine,[n 3] davet etmeye başladı.[16]
Başlarda Hz. Muhammed kendisine az sayıda destekçi buldu ve kimi Mekkeli kabilelerin düşmanlıklarıyla karşı karşıya kaldı. Kendisine ve kendi inancını benimseyenlere yapılan eziyetten kaçmak için ilk önce bazı Müslümanları Habeşistan‘a gönderdi, 622’de ise destekçileriyle birlikte Medine‘ye göç etti. Hicret adı verilen bu olay, daha sonradan Hicrî takvim olarak da bilinen İslamî takvimin başlangıcı kabul edildi. Medine’ye geldiğinde Hz. Muhammed, Medine Sözleşmesi ile birlikte kabileleri tek bir çatı altında topladı. Mekkeli kabileler ile aralıklarla sekiz yıl süren çatışmaların ardından bir Müslüman ordusu kurarak 630’da Mekke’yi ele geçirdi. 632’de Veda Haccı‘nı tamamladıktan birkaç ay sonra hastalandı ve öldü. Ölümünden önce Arap Yarımadası’nın büyük bir
kısmının İslam’ı benimseme süreci tamamlanmıştı.[17][18]
İslam’a göre, Hz. Muhammed’in ölümüne kadar Allah tarafından vahyedilen tüm ayetler, dinin temeli olarak kabul edilen Kur’an’ı oluşturdu. Kur’an’ın yanı sıra; Hz. Muhammed’in hayatı, uygulamaları ve sözleri de Müslümanlar tarafından kabul görerek İslam hukukuna kaynak teşkil etti.
![]()
Bilgi kaynakları
Bilgi kaynağı olarak Hz. Muhammed’in hayatı ve erken İslam tarihi ile ilgili en dikkat çeken konu, siyer kitapları ve hadis külliyatlarında derlenen bu bilgilerin Hz. Muhammed’in rivayetlere dayalı sözlü kültür ürünü olan kronolojik hayatından 150-200 yıl süren bir aradan sonra ortaya çıkmaya başlaması, rivayet ürünü malzemenin yüzyıllar boyunca artan ilerlemesidir. Rivayetlere dayalı kayıtlarda olayın yaşandığı günlerde anlatılanlar büyük ölçüde gerçekliğini korurken, birkaç nesil sonra değişikliğe
uğrayarak tarihi realiteden uzaklaşabilir.[19] Rivayet kültürüne dayalı eserlerin dışında tarih bilimi açısından İslamın erken tarihi, ne zaman ortaya çıktığı, hangi coğrafyada doğup dünyaya yayıldığı konusu günümüzde belirsizliğini korumakta, bu konuda Mekke’nin yanında Petra başta olmak üzere farklı coğrafyalara işaret eden
teoriler ileriye sürülmektedir.[20]
Kur’an
Kur’an, İslam‘ın ana kaynağı olan kutsal metindir. Müslümanlar tarafından Allah‘ın sözü olduğuna ve Cebrâîl aracılığıyla Hz. Muhammed’e bildirildiğine inanılır.[21][22][23]
Bununla birlikte Kur’an, Hz. Muhammed’in kronolojik biyografisi hakkında bilgi edinilmesine çok az yardım eder ve ayetlerin çoğunda söylenme sebebini öne çıkaran herhangi bir tarihsel bağlamdan bahis
bulunmamaktadır.[24][25]
Siyer
Hz. Muhammed’in hayatıyla ilgili önemli bilgilerin bir kısmı, Hicrî 2. ve 3. yüzyıllarda (MS 8. ve 9. yüzyıllar) kaleme alınan tarihi çalışmalardan elde edilir.[26] Siyer olarak
adlandırılan bu çalışmalar, Hz. Muhammed’in hayatının Müslümanlar tarafından kabul gören geleneksel hâlini ve bizzat Hz. Muhammed tarafından söylendiği iddia edilen sözleri içerir.[27]
Bilinen en eski siyer, İbn-i İshak tarafından yaklaşık 767’de (HS 150) yazıldı. Çalışma günümüze ulaşmasa da İbni Hişam ve Taberî, çalışmadan yaptıkları uzun alıntılarla eseri bilinir hâle getirdi.[28][29] Bunlara ek olarak Hz. Muhammed’in seferleri hakkında ek bilgi sunan Vâkidî (ö. HS 207) ve kendisinin katibi İbn Sa’d‘ın (ö. HS 230) çalışmaları da erken dönemi bilgi kaynaklarındandır.[26]
Kesinlikleri belirsiz olmasına rağmen birçok araştırmacı, ilk biyografileri doğru kabul eder.[28]
Hadis
Hz. Muhammed’in hayatıyla ilgili önemli bir diğer kaynak, kendisinin sözlü ve fiziksel öğretileri ile alışkanlıklarını bildiren hadis derlemeleridir. Hadisler, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Hz. Muhammed el-Buhârî, Müslim bin Haccâc, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce, Mâlik bin Enes ve Dârekutnî gibi pek çok yazar tarafından birkaç nesil boyunca derlenerek ortaya çıktı.[30][31]
Batılı akademisyenlerin bir kısmı hadis derlemelerini doğru tarihsel kaynaklar olarak kabul eder.[30] Madelung gibi araştırmacılar, hadislerdeki olay ve kişilerin tarihsel bağlam çerçevesinde değerlendirilerek diğer verilerle uyumlu olup olmadığının karşılaştırılması gerektiğini savunur.[32] Müslüman araştırmacılar, hadislerin isnâd zincirine dayanarak bunların siyer, megazi gibi isnad zinciri olmayan biyografik eserlerden daha güvenilir olduğuna inanırlar.[33]
Arkeolojik bulgular/İkinci Fitne
Hz. Muhammed’in yaşadığı yer ve Müslümanların ilk kıblesi 1970’li yıllardan bu yana sarsıcı tartışmaların konusudur. Arkeolojik araştırmalarda Mekke‘nin rivayetlerin aksine İslam’ın kuruluş yıllarına göre yeni bir yerleşim olarak ortaya çıkışı, bilinen tarih kaynaklarında ve haritalarda adının 8. yüzyıl öncesi geçmemesi,[34] ticaret yolları üzerinde olmaması yanında arazisinin tarım açısından da uygunsuz oluşu,[35] erken dönem hakkında ipuçları veren Kur’an ve hadis rivayetlerinde geçen bazı yer isimleri ve özellikleri ile Mekke coğrafi yapısının uyuşmaması gibi nedenlerle bazı araştırmacılar Hz. Muhammed’in gerçek olmayan kurgusal bir kişilik olduğuna inandılar.
Muaviye‘nin ölümü sonrasında çıkan iç karışıklıklarda Kabe Yezid‘in askerlerince mancınıklar kullanılarak taşa tutulmuş, isabet alan karataş üç parçaya bölünmüş, Kabe yıkılmıştır.[36] Kanadalı arkeolog ve İslam tarihi araştırmacısı Dan Gibson‘a
göre bu yıkım bugünkü Mekke şehrinde değil, bundan yaklaşık 1200 kilometre kuzeyde, Petra‘da gerçekleşmişti. Araştırmalarında, en eski camilerin kıble duvarları veya mihrap girintilerinin Petra‘yı göstermeleri nedeniyle, bu bulgularla ayet, hadis ve siyer kaynaklarındaki ipuçlarını bir araya getiren Gibson Hz. Muhammed’in Petra’da yaşamış ve buradan Medine‘ye göç etmiş olduğu sonucuna ulaşır. Ona göre Kur’an’da bahsedilen “bekke” veya “mekke” sözcükleri de Petra’yı ifade eden kelimelerdi. O’na göre Müslümanların ilk kıblesi de Kudüs‘teki Mescid-i Aksa değil Petra’da Al-Lat tapınağı olarak kullanılan Kabe idi. Bu yapı Müslümanlar arasında İkinci Fitne olarak nitelenen Abdullah bin Zübeyr ayaklanması sırasında mancınıklarla yıkılmış, İbni Zübeyr karataşı diğer kutsal eşyalarla birlikte alarak Emevi saldırılarından uzakta, bugünkü Mekke’nin bulunduğu yere taşımış yeni tapınağı burada inşa etmişti. Emevilere karşı Abbasilerin desteğini kazanan yeni mekan birkaç yüzyıllık bir geçiş dönemi sonunda tamamen benimsenmiş, yeni yapılan camilerin yönü yeni Mekke’ye dönük olarak inşa edilmeye başlanmıştır. Ancak Emevi etkisinde kalan Kuzey Afrika ve Endülüs camileri
yönlerini bambaşka bir yöne, Güney Afrika’ya çevirerek yeni kıbleye karşı çıkmaya devam etmişlerdir.[37][38] Konu ile
ilgili ortaya atılan bir diğer iddia ise “bekke”nin bekaa ile bağlantılı olarak ele alınan Kudüs kenti olduğu yönündedir.[39]
Dan Gibson çalışmalarında erken İslam tarihine ait birçok yerin bugün bilinen yerlerden farklı olduğunu değişik kanıtlarla ortaya koymaktadır. Bunlardan birisinde Taif‘in yeri ve kelime anlamı üzerine yaptığı açıklamalarla bu yerin Petra yakınlarında bir yerleşim olduğunu ifade etmiştir.[40]
İslamiyet öncesi Arap Yarımadası
Arap Yarımadası oldukça kurak ve volkanik olduğu için vaha ve su kaynaklarının olduğu yerler haricinde tarım yapılması zordu. Genel görünümü çöl içerisinde dağılmış nokta şeklindeki köyler ve şehirler gibiydi; Mekke ve Medine bu şehirlerin en önemlilerindendi. Medine gelişmekte olan büyük bir tarım yerleşimiyken Mekke ise birçok aşiretle çevrilmiş önemli bir
finans merkeziydi.[41] Sert çevre koşullarına ve yaşam tarzına uyum sağlayarak çöl koşullarında hayatta kalabilmek insanların ortak bir şekilde yaşamasına yol açmıştı. Böylece ortaya çıkan aşiretlerin oluşumu ise kan bağına
dayanmaktaydı.[42] Yerli Araplar hem göçebe hem de yerleşik bir hayat sürüyorlardı. Göçebeler daha fazla su ve mera bulmak için topluca sürekli bir yerden diğerine giderken yerleşik hayat sürenler ticaret ve tarımla uğraşıyorlardı. Kervanlara
ya da vahalara saldırmak da göçebelerin hayatının bir parçasıydı ve bunu bir suç olarak görmüyorlardı.[43][44]
karşılanmamaktaydı. Arap Yarımadası siyasi anlamda iki kabile ittifakı arasında bölünmüştü: Kuzey ve Batı Arabistan’da güçlü olan Kays aşiretinin Bizans ile yakın ilişkileri varken aslen Yemenli olan Kalb aşiretinin Sasaniler ile yakın ilişkileri vardı.
Tapınma
İslam öncesi Arabistan’da her bir aşiret, kendi tanrı ve tanrıçalarını koruyucu olarak görür, bu tanrı ve tanrıçaların ruhları kutsal ağaçlar, taşlar, su kaynakları ve kuyularla ilişkilendirilirdi. Arap mitolojisinde putlar sembolize ettikleri tanrı veya tanrıçalar nedeniyle kutsal sayılmaktaydılar ve en önemli tapınım aracıydılar. İslam öncesinde Arap Yarımadası’nda çok sayıda kutsal mekan ve buralarda inşa edilen kübik ilah evleri (Kâbe) bulunduğu, kutsal kabul edilen mekanlar ve ilah evlerinin Araplarca haram aylar boyunca ziyaret edilerek buralarda değişik tapınmaların gerçekleştirildiği bilinmektedir.[45]
Mekke’deki Kâbe, aşiretlerin koruyucu tanrılarının 160 tane put heykeline ev sahipliği yapıyordu. Kâbe’deki El-Manât, El-Lât ve El-Uzzâ ismindeki üç tanrıçanın Allah’ın kızları olduğuna inanılıyordu. Buna karşılık Hristiyanlar ve Yahudiler dahil olmak üzere Arabistan’da tek tanrı inancına sahip çeşitli topluluklar da vardı.[46] Yerli Araplardan Hanifler de bunlardan biriydi[47] ve bazen yanlış bir şekilde Hristiyanlar ve Yahudiler arasında sınıflandırılıyorlardı.[48][49] Müslüman inancına göre, Hz. Muhammed de bir Hanifti ve İbrahim‘in oğlu İsmail‘in soyundan gelmekteydi.[50]
![]()
İsmi ve sıfatları
İslam toplumunda Hz. Muhammed’e verilen çok sayıda isim ve sıfatlar bulunur. Bu isimler Hz. Muhammed’e Kur’anda verilenler, hadislerde verilenler, ilahi kitaplarda verildiği ileri sürülen isimler, Esma-i hüsna ile aynı olan isimler olarak sınıflandırılmış, Müstakim-zâde Süleyman Sadeddîn “Mir’âtü’s-Safâ fî Nuhbeti Esmâi’l-Mustafa” isimli risalesinde Hz. Muhammed’in 99
ismini açıklanmıştır.[51]
Tam adı Ebû’l-Kâsım Hz. Muhammed ibn-i ʿAbd Allâh ibn-i ʿAbd’ûl-Muttâlib ibn-i Hâşim ibn-i ʿAbd Menâf El Kureyşî (Arapça: اﻟﻘﺮﺷﻲ ﻣﻨﺎف ﻋﺒﺪ ﺑﻦ ﻫﺎﺷﻢ ﺑﻦ اﻟﻤﻄﻠﺐ ﻋﺒﺪ ﺑﻦ اﻟﻠﻪ ﻋﺒﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ) ya da daha kısa olan Ebû’l-Kâsım Hz. Muhammed bin ʿAbd Allâh bin ʿAbd’ûl-Muttâlib El Hâşimî olarak geçer. Bu isim Türkçeye, Kureyşli ʿAbd’ûl-Menâf oğlu Hâşim oğlu ʿAbd’ûl-Muttâlib oğlu ʿAbd Allâh oğlu Kâsım’ın babası Hz. Muhammed olarak tercüme edilebilir. Ayrıca yaşadığı toplumda onun El-Emin (emin kişi, dürüst kişi) manasında Hz. Muhammed-ül Emin olarak adlandırıldığı rivayet edilmektedir.
Hz. Muhammed’in zamanında Arap Yarımadası’ndaki büyük kabileler ve yerleşimleri
Hz. Muhammed, Arapçada “övgü” kökü olan hamd fiilinden türetilmiştir. Mutad; “övgü alan, övülen” manasına gelir. Ayrıca halk tarafından Mustafa, Mahmud veya Ahmed ismiyle de anılır. Mustafa, Arapçada “seçilmiş”; Ahmed ise “daha çok övülen” demektir. Künyesi ise Ebu’l-Kasım, yani “Kasım’ın Babası”dır. Künye Arap toplumlarında, kişinin ilk doğan erkek çocuğunun ismine nazaran verilir. Bunun dışında kendisini Ebu’l benat yani
“Kızlar Babası” olarak da tanıtmıştır. Kur’an’a göre Hz. Muhammed’in geleceği Tevrat’ta ve İncil’de bildirilmiştir.[52][53] Bir hadise göre; peygamber
kendisiyle ilgili olarak, “Benim ismim Kur’an‘da Hz. Muhammed, İncil‘de Ahmed, Tevrat‘ta Ahyed’dir.” demiştir.[54][55][56] Bununla birlikte Yahudi ve Hristiyan kutsal metinlerinde Hz. Muhammed’den bahsedilmez. Bazı İslam âlimleri İncil’de geçen Faraklit‘in ayet ve hadislerde söz edilen İslam peygamberini işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir.[57] İslam alimleri ve Hristiyan yorumcular arasında Yunanca Kitâb-ı Mukaddes‘te geçen (Yuhanna 14, 16)
parakletos (Faraklit) kelimesinin Arapçaya tercümesinde ortaya çıkan ve Arapçanın özelliğinden kaynaklanan farklı okunuş şekilleriyle ilgili bir tartışma bulunmaktadır.[58]
İsim ve sıfatları
Hz. Muhammed Mustafa | Hz. Muhammed-ül Emin | Rahmetenli’l-Âlemîn | Habîbullah | |
Ahmed | Mahbûb-u Kulûb | Mürşid-i Mutlak | Rehber-i Ekmel | |
Mahmud | Resûl-i Ekrem | Üstad-ı Küll | Âyine-i Samedanî | |
Mürebbi-i Nüfus | Sultan-ı Ervah | Hâtem-ül Enbiya | Seyyid-ül Mürselîn | |
Muhbir-i Sadık | Fahr-ı Kâinat | İki Cihanın Sultanı | Şefîu’-l Müznibîn | |
Fahr-i Âlem | Şeref-i Benî-Âdem | Dâmen-i Muallâ | Ferd-i Mümtaz | |
Hâtem-ül Enbiya | Üstad-ı A’zam | Risâlet Güneşi | Zât-ı Muallâ | |
Seyyid-ül Âlemîn | Hz. Muhammed-i Kureyşî | Şahid-i Sàdık | Hatîb-i Kudsî | |
Maden-i Kemalât | Server-i Kâinat | Nebiyy-i Zîşan | Mürşid-i Kâmil | |
Şâh-ı Levlâk | Âhirzaman Nebisi | Ravza-i Pâk-i Ahmed | Habîb-i Ekrem | |
Muallim-i Ekber | Eşref-i Mahlûkat | Tılsım-ı Kâinatın Miftahı | Muallim-i Ukûl | |
Muammâ-yı Hilkatin Keşşafı | Hikmet-i Âlemin Şârihi | Saltanat-ı İlâhiyenin Dellâlı | Kitab-ı Kebîrin Âyet-i Kübràsı |
![]()
![]()
![]()
![]()
Hayatı
Hz. Muhammed, bazı kaynaklara göre 570,[9][10][59] bazı kaynaklara göre ise 571[60] yılında Mekke’de dünyaya geldi.[9][10] Doğumundan önce babasını, 6 yaşında annesini kaybeden Hz. Muhammed’i amcası Ebu Talib velayetine aldı. İlerleyen yıllarda, çobanlık yaptı, çoğunlukla tüccar olarak çalıştı. İlk kez 25 yaşındayken 40 yaşındaki zengin bir dul olan Hatice ile evlendi.[11] Bazı geceler, dağlarla çevrili bir mağarada düzenli aralıklarla inzivaya çekilip dua etme alışkanlığı vardı. 40 yaşında[9] oradayken, uzun düşünüşlerin mahsulü olan ilk vahyin, Cebrail aracılığıyla geldiğini iddia etti. Bundan üç yıl sonra insanları İslam’a davet etmeye başladı. Allah’ın bir olduğunu, Allah tarafından kabul görmenin tek yolunun Allah’a teslim olmak olduğunu öğretti. Kendisinin Allah’ın peygamberi ve resulü olduğunu, diğer peygamberler ile aynı kandan geldiğini anlattı.[13][14][15]
İlk başta kendisine az sayıda takipçi bulan Hz. Muhammed, Mekke’de bazı aşiretlerin düşmanlığıyla karşılaştı. Bu dönemde taraftarlarının şiddet içeren muameleler görmesi sebebiyle 622 yılındaki Medine’ye göçten önce bazı takipçilerini Habeşistan‘a gönderdi. Medine’ye Hicret olayı aynı zamanda Hicrî takvim olarak da bilinen İslami takvim‘in başlangıcı kabul edilir. Hz. Muhammed, Medine’de Medine Sözleşmesi ile oradaki aşiretleri birleştirdi. Mekke kabileleri ile süren sekiz yıllık savaştan sonra, iman edenlerin sayısı 10.000’i bulmuştu. Mekke’nin kuşatılması sonrasında yapılan antlaşma ile kansız bir
şekilde Mekke’nin kontrolünü eline aldı [61] Şehirdeki putları yıktı[62] ve daha sonra takipçilerini Doğu Arabistan’da geriye kalan tüm putperest
tapınakları yıkmaları için yolladı.[63][64] 632 yılında, Veda Haccı‘ndan sonra Medine’ye döndü. Bundan birkaç ay sonra hastalandı ve öldü. Ölüm vaktine kadar Arap Yarımadası’nın çoğu Müslüman olmuş, Arabistan’ı tek devlet altında birleştirmişti.[18][65]
Soyu
İbrahim peygamberin büyük oğlu İsmail peygamberin soyundan, Adnaniler kavminden, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesinden gelir. İslam inancına göre Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar yaşamış kişilerin alnında Hz. Muhammed’in nesilden nesile geçen nuru vardı. Rivayet edilen soy silsilesi şöyledir: Hz. Muhammed, Abdullah, Abdulmuttalib (Şeybe), Hâşim, Abd-i Menaf (Muğire), Kusayy, Kilab, Mürre, Kâb, Lüeyy, Galib, Fihr, Mâlik, Nadr,
Kinâne, Hüzeyme, Müdrike (Amir), İlyas, Mudar, Nizar, Maad, Adnan.[66][67][68][69][70] Ayrıca Hz. Muhammed, kendi soyunun İbrahim‘den geldiğini ifade eder: “Allah, İbrahimoğullarından İsmail’i, İsmailoğullarından Kinaneoğullarını, Kinaneoğullarından
Kureyş’i, Kureyş’ten Beni Hâşim’i, Beni Hâşim’den de beni seçmiştir.”[71]
Doğum tarihi
Hz. Muhammed Fil Yılı‘nda Mekke’de doğdu.[72] Bu tarih kesin olarak bilinmemekte ve geriye dönük yapılan hesaplamalar ile bazı kaynaklarda 570,[9] bazı kaynaklarda da 571[60] yılı olarak geçmektedir.
Hindistanlı Müslüman din bilgini Hz. Muhammed Hamidullah Hz. Muhammed’in doğum tarihinin 12 Rebiülevvel (17 Haziran 569)[72] Mısırlı astronomi bilgini Mahmut Paşa el-Felekî 9
Rebiülevvel (20 Nisan 571) olarak hesaplamışlardır. Daha sonra Beaumont Burnaby Sherrard, Mahmut Paşa el-Felekî’nin hesaplamalarındaki bazı yanlışları ortaya
koymuştur.[73] Lawrence I. Conrad (1987) ise kaba bir hesapla 570 yılı olarak vermektedir.[74] İslâmi kaynaklarda ağırlıklı olarak; Hz. Muhammed’in, milattan sonra 571 yılında, “Fil Vakası“nın olduğu yılda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi yani Arapların takvim başı olarak kullandıkları “Fil Vakası”ndan 52 gün sonra doğduğu belirtilmektedir.[60] Siyer ve İslam tarihi yazarları, doğumun Rebiülevvel ayında bir pazartesi günü sabaha karşı olduğu konusunda genel olarak ittifak etmişlerse de, ayın kaçıncı günü olduğu konusunda görüş birliğine varamamışlardır.[60]
Bu konudaki ihtilafların; rivayet çeşitliliğinden kaynaklanmasının yanı sıra, ay takviminin, güneş takviminden farklı olması ve Araplardaki nesi[75] uygulamasından da kaynaklandığı günümüzde ifade edilmektedir.[76]
Çocukluğu ve gençlik yılları
Babası Abdullah bin Abdulmuttalib, annesi Hazrec kabilesinden Nennaceler’den Vehb bin Abdulmenaf’ın kızı Amine‘dir. Hz. Muhammed daha doğmadan babası öldü. Yetiştirilmesini dedesi Abdülmuttalib üzerine aldı ve torununa “Hz. Muhammed” adını verdi. Hz. Muhammed o sıralarda Mekke’de bulunan Beni Sa’d kabilesinden Halime adlı bir kadına emanet edildi.[77] Hz. Muhammed’i, ondan önce amcası Abduluzza’nın cariyesi Süveybe emzirdi.[78][60] Hz. Muhammed, dört yaşına kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle sütannesi Halime’nin yanında kaldı, daha sonra Mekke’ye, annesinin yanına döndü. Dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi Âmine ile birlikte kaldı, onun şefkat ve özeni ile yetişip büyüdü.[60]
Hz. Muhammed altı yaşında iken, annesi Âmine ve bakıcısı Ümmü Eymen ile birlikte babasının kabrini görmek için Medine’ye gitti. Medine’de, akrabaları Neccâroğullarında bir ay kaldıktan sonra Mekke’ye dönüş yolundaki Ebva’ya ulaştıklarında annesi vefat etti ve orada defnedildi. Cariyeleri Ümmü Eymen, Hz. Muhammed’i Mekke’ye getirip dedesi Abdulmuttalib’e teslim etti. Altı yaşından
sekiz yaşına kadar, ona dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib yaş itibarıyla seksen yaşını aşmış bir ihtiyardı. Hz. Muhammed sekiz yaşında iken, dedesi de öldü. Dedesi ölmeden önce, onu yetiştirilmesi için, oğlu Ebû Tâlib‘e bıraktı. Ebû Tâlib, Abdülmuttalib’in on oğlundan biriydi.[60]
Rivayetlere göre Hz. Muhammed dokuz yaşındayken amcası, ticaret yapmak için gittiği Suriye‘ye onu da götürmüş, bu gezide Busra kasabasında Bahira isminde Hristiyan bir rahip onun peygamber olacağını haber vermiştir. Hz. Muhammed on yedi yaşındayken de amcası Zübeyr bin Abdülmuttalib ile Yemen‘e gitti. Bu gezilerin Hz. Muhammed’in bilgi, görgü ve zihinsel alt yapısının oluşumunda etkin rol oynadığına inanılmaktadır. Ayrıca gençliğinde amcaları ile birlikte Kureyş ve Kays kabileleri arasındaki Ficar Savaşı‘na katıldı. Ticarete olan ilgisi daha sonra kendisi ile evlendiği Hatice ile tanışmasına neden
oldu ve onun sermayesi ile ticarete başladı.[79]
Hz. Muhammed’in gençliğinde çevresinden gelen paganist görüş ve uygulamalarla ilgilenmediğine inanılır. Bu inanca göre, kendisi, aynı dönemde herhangi bir puta tapmamakla birlikte, başkalarının tapınmalarına da açıkça karşı çıkmadı. Kur’an’daki “…oysa önce, kitap nedir, iman nedir sen bilmezdin…” (Şura Suresi: 52) ve “Allah, seni şaşırmış bulup hidayete
erdirmedi mi?”[80] (Duha Suresi: 7) gibi ifadeler kendisinin İslam öncesi durumunu anlatmaktadır.
Kültürel birikimi ve okuryazarlığı
Hz. Muhammed’in okuryazarlığı ile ilgili geleneksel görüş onun okuryazar olmadığı şeklindedir. Hz. Muhammed için yaygın bir sıfat olarak kullanılan ümmî sözcüğü “kitâbî bilgilerle zihni doldurulmamış, doğal hali üzerine kalmış, okuyup yazarak tahsil görmemiş kimse” anlamına gelmektedir.[81] Başka bir görüşe göre ise ümmi, okuma yazma bilmeyen anlamından daha çok “mevcut dinlerden hiçbirine tâbi olmayan, onların kitaplarını okumayı ve yazmayı bilmeyenler anlamında kullanılan” olduğu şeklindedir.[82]
Hz. Muhammed’in okuma yazmasının olmadığı görüşü bazı Kur’an ayetleri ve hadislere dayandırılır. Ankebût Suresi:48, A’raf Suresi:158 ve Cuma Suresi:2 gibi ayetlerde Hz. Muhammed’in okuma yazma bilmediğinden bahsedilir. Ayrıca vahiy meleği Cebrail‘in ilk vahyi getirip “oku” (ikra/kıraat et) dediğinde, Hz. Muhammed’in “Ben okuyan biri değilim.” dediğini anlatan hadis[83] de Hz. Muhammed’in okuma yazma bilmediğine kaynak olarak gösterilir. Ayrıca Hz. Muhammed’in, yetiştiği toplumda tahsil görmesi için bir olanağının bulunmadığı, birlikte yaşadığı toplumun da ümmî olduğu belirtilmektedir.[60]
Hz. Muhammed’in okuryazar olmadığını kabul etmeyen birtakım görüşler de vardır. Buna göre vahiy öncesi dönemde Araplarda eski dini birikimin şairler, kıssa anlatıcıları, Hanifler ve Yahudi-Hristiyan din bilginlerinden oluşan ve muhtemelen zengin mitolojik kültür birikiminin geniş toplum kesimlerince bilindiği, Hz. Muhammed’in de içinde yaşadığı bu toplumun yazılı veya sözlü anlatımlarından oluşan birikime sahip olduğu, İslam öncesi Arap toplumunda hikâye kültürünün bilinebilirlik durumuna göre düşünülmektedir. Örneğin vahiy öncesi dönemde Hz. Muhammed’in eşi Hatice’nin amcasının oğlu olması dolayısıyla görüşme ihtimali olan kişilerden biri olan Rahip Varaka, Tevrat, Zebur ve İncil‘i de kapsayan Kitâb-ı Mukaddes‘e hâkimdir. Varaka’nın dini birikimlerini Hz. Muhammed’e aktardığı, bu bilgilerin Kur’ân’daki Yahudi ve Hristiyan kültürüyle ilgili dini anlatımlara kaynak teşkil ettiği ileri
sürülmektedir.[84] Ayrıca, uzun yıllar zengin bir kadın olan Hatice’nin ticari faaliyetlerini yürütmesi vb. sebeplerle de okuryazar olduğu
düşünülmektedir.[85][86]
![]()
Peygamberliği
İslam inancına göre Kur’an Allah tarafından Cebrâîl isimli melek aracılığıyla Hz. Muhammed’e peygamberliği boyunca (22 yıl) ayetler hâlinde indirilen kutsal kitaptır. İslam’da inanç, ibadet, şeriat, ahlak, tasavvuf gibi uygulamaların dayandırıldığı ana kaynak Kur’an’dır.
Hz. Muhammed’e isnat edilen söz, fiil ve davranışlara hadis, bunlardan gelenekselleşen uygulamalara sünnet denir. Şiiler Hz. Muhammed’in sözleri yanında masum kabul edilen imamların sözlerini de hadis kabul etmektedirler. Sünnilerin tüm sahabeyi güvenilir bulmalarına karşılık Şiilerde, sahabe ve tabiin tek tek ele alınır ve tarihsel süreçte Ali veya Ehli Beyt tarafında yer almayan veya karşıtları arasında yer alanlar güvenilmez bulunarak onlardan gelen rivayetler reddedilir. Sünni
hadis kitapları Hz. Muhammed’in zamanından 200-300, Şii hadis kitapları 400-500 yıl sonra yazılmışlardır.[87] Hadisler, Kur’an’dan sonra İslam’da ikincil kaynaktır.
İlk vahiy
Siyere göre Hz. Muhammed 40 yaşına yaklaştığında toplumdan uzaklaşarak Mekke‘nin kuzeyinde, Nur Dağı‘ndaki Hira Mağarası‘nda inzivaya çekilmeyi ve burada vakit geçirmeyi adet edinmiş, bu durum 1-2 yıl devam etmiştir. 610 yılında bir Ramazan gecesi (Kadir Gecesi) hırkasına bürünüp Hira Mağarası’nda tefekküre daldığı bir sırada ilk vahyi almıştır. Hz. Muhammed’in 610 yılından başlayarak, vefat ettiği yıl olan 632’ye kadar aldığını iddia ettiği vahiyler Kur’an’ı oluşturur.
İslam’a çağrı, ilk Müslümanlar ve tepkiler
Hz. Muhammed, Mekkeli paganların yanı sıra, Yahudi ve Hristiyanları da dinlerinin aslının bozulduğu iddiaları ile İslam’a davet etmiştir.
Sünnilere göre Hz. Muhammed’in çağrısına ilk uyan, eşi Hatice olmuş, onu amcası Talib’in oğlu Ali, azatlı kölelerden Zeyd bin Harise ve Ebu Bekir izlemiştir. Şia’ya göre ise ilk Müslüman amcasının oğlu Ali bin Ebu Talib‘dir.
Hz. Muhammed’in çağrısı, kendi mevkilerinin tehlikeye girebileceğini düşünen kişileri tedirgin eder. Kâbe‘den putların kaldırılması, ticaretin engelleneceği ve birtakım alışkanlıklara son verileceği düşüncesiyle büyük tepki ile karşılanır. Bu dönemde İslam dinini kabul edenlerin büyük çoğunluğu dinlerini gizlemek zorunda kaldılar. Bir süre sonra Hz. Muhammed önce akrabalarını, ardından Safâ Tepesi‘ne çıkarak tüm Mekke halkını açıktan açığa Müslüman olmaya çağırır. Bu sebeple ilk Müslümanlar vahyi şüphe ile karşılayan Mekkelilerce ağır hakaret ve işkencelere katlanmak zorunda kalmışlardır.
Bu işkenceler artınca bazı inananlar Habeşistan‘a göç etmek zorunda kaldı. İki dalga hâlinde göç edenler, bir süre sonra Hz. Muhammed’in Mekkelilerin Müslüman oldukları ve Hz. Muhammed ile anlaştıkları (Garanik) yolunda aldıkları bir haber üzerine geri döndülerse de Mekke’ye geldiklerinde bunun doğru olmadığını öğrenince yeniden gittiler. Bu arada iki güçlü ve önemli mevki sahibi kişi olan Ömer ve Hamza‘nın Müslümanlığı kabul etmeleri Müslümanların moral ve cesaretlerini artırdı; Kâbe‘de açıkça namaz kıldılar. Hz. Muhammed’in amcası Abduluzza dışındaki akrabalarından yardım görmesi ve Mekke önde gelenlerinden bazılarının Müslüman olmaları, paganist inanca sahip kişilerin tepkilerini daha da artırdı. Hz. Muhammed, eşi Hatice ve amcası Ebu Talib‘in ölmeleri üzerine Mekkelilerin Müslüman olmaları konusunda ümitsizliğe kapılarak Taif‘e yerleşmek istedi. Ancak burada tepki daha da büyük oldu ve Hz. Muhammed geri dönmek zorunda kaldı. Tüm bu olaylara karşın, peygamberliğine olan inancı, düşüncelerini sürekli yaymasını sağladı. Bu inancından cesaret alarak din alanındaki çalışmalarını Mekke dışına taşımaya yöneldi.
![]()
Mucizeler
İsra ve miraç
Rivayetlere göre Hz. Muhammed Mekkeliler ile sadece teorik din tartışmaları yapmamış, onlara kendisinin peygamber olduğunu kanıtlayan mucizeler de göstermiştir. Bunlardan birisi olan miraç anlatısına göre; “Bir gece, Hz. Muhammed, Cebrail eşliğinde, burak isimli bineğe binerek Mescid-i Aksa’ya gider. Orada, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerden bazılarıyla görüştükten sonra göğün en son katı olan sidret’ül müntehaya yükselir. Allah ile görüşür, cennet ve cehennemi görür ve evine döner. Sünni inancına göre bu yolculuk esnasında, diğer bazı hükümler yanında beş vakit namaz da farz kılınmıştır. Yine Sünni inancında Hz. Muhammed bu yolculuğu hem ruh hem beden ile
Şii inancında ise sadece ruh ile yapmıştır.”[89]
Rivayete göre Hz. Muhammed Mekke’ye dönünce, bu yolculuğunu anlatır. Kureyşliler, onu yalanlarlar ve doğruysa Mescid-i Aksa’yı kendilerine tarif etmesini isterler. Mescid-i Aksa Hz. Muhammed’in gözü önüne getirilir ve Hz. Muhammed bu mescidin kapı, pencere vb. bölümlerini ayrıntılarıyla anlatır. Hatta Kureyşlilere, miraca çıkarken yolda gördüğü bir Kureyş ticaret kervanının ertesi gün geleceği saati söyler ve kervan söylenen saatte gelir. Mitolojik anlatımlara göre ise kervanın dönüşü 1 saat gecikmiş ama bu gecikmeyi telafi etmek için Allah
güneşin doğuş saatini 1 saat geciktirerek peygamberin sözünün yalan çıkmamasını sağlamıştır.[90]
Kur’an’da “Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Yücedir” (İsra 1)
ayetinin miraç gecesi ile ilgili bir ifade olduğuna inanılır. Miraçla ilgili Burak, göğe yükselme, beş vakit namazın farz kılınması ve diğer anlatımlar hadis ve siyer kitaplarında yer alır.
Ayın yarılması
Kur’anda muallakat şairlerinden en:Imru’ al-Qais ‘ın şiirinde de kullanılan [91] “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı” ifadesi ve bağlantılı rivayetler Hz. Muhammed’in bir işaretiyle ayın gökyüzünde ikiye ayrılıp tekrar birleşerek en büyük mucizelerinden birisini gösterdiği inancının müslümanlar arasında yerleşmesine yol açmıştır.[92]
Akabe Biatları
Ana madde: Akabe Biatları
Hz. Muhammed, bir Hac mevsiminde Akabe de denilen tepelerde Yesribliler (Medineliler) ile görüştü. Medinelilerden, önce altı, sonra on iki kişi Müslüman oldu. Memleketlerine döndüler ve İslam’ı anlatmaya başladılar. Ertesi yıl aynı yerde Müslüman olmuş yetmiş üç erkek ve iki kadın Hz. Muhammed’e Medine‘ye gelip bu kente yerleşirse kendisini koruyacaklarına söz verdiler. Bu anlaşma üzerine Müslümanlar büyüklü küçüklü topluluklar hâlinde
Medine’ye göç etmeye başladılar. Medine’nin, Mekke’nin kuzey ticaret yolu üzerinde bulunması ve burada Müslümanların giderek çoğalması, Mekkelilerin çıkarlarını tehdit eder duruma ulaştı.
Medine’ye göç
Müslümanlığa karşı olan Mekkelilerin, baskıyla, Hz. Muhammed’i vazgeçirememesi ve Medine’de Müslümanların giderek kuvvetlenmesi, durumun kendileri için tehlike yaratacağı düşüncesiyle Dâru’n- Nedve dedikleri meclislerinde toplanarak meseleyi görüşmelerine yol açtı.
Görüşmelerde yerleşik düzeni tehdit eden İslam’ın hızla büyüdüğü ve Hz. Muhammed’in bu çalışmalarını durdurmak gerektiği merkezinde birleşildi. Sonuç olarak Hz. Muhammed’in öldürülmesine karar verdiler.
Rivayete göre suikastçılar, gece Hz. Muhammed’in evini sararak, onu öldürmek için uyumasını beklediler.
İnanca göre Allah, onları Peygamber’e bildirir ve Ali, Hz. Muhammed’in yerine avluda onun yatağına yatar. Suikastçılar yorganı açıp yatakta Ali’yi görünce şaşırır ve durumu üslerine anlatmak üzere giderler. Hz. Muhammed, evden çıkarak Ebu Bekir’in evine gitmiş ve hicret için geldiğini söylemiş, Ebu Bekir’in evinde bir süre oturduktan sonra beraberce Medine’ye hareket etmişlerdir.
Hz. Muhammed ve Ebu Bekir 20 Eylül 622’de, Medine yakınlarındaki Kuba‘ya ulaştılar. Hz. Muhammed sevinçle karşılanır ve Külsüm bin Hedm’e konuk olur. Burada 10 gün kalarak bir mescit inşa ettirir, sonra da Medine‘ye hareket eder. Bu sırada Ali de Kuba’ya ulaşır.
Hz. Muhammed Medine’de, Beni Salim mahallesinde Cuma Namazı‘nı kıldı ve kendisini bekleyen Müslümanlara ilk hutbesini verdi.
Medine‘de Ebu Eyyub el-Ensari’nin konuğu oldu. Medine´ye girdiğinde halk Peygamberlerinin kendi evlerinde kalması konusunda tartışınca Hz. Muhammed; devesinin ilk çökeceği yere evinin yapılması önerisini sundu ve halk tarafından bu kabul edildi. Devesinin ilk çöktüğü yere bir Mescid ve kendi ailesinin kalması için mescide bitişik odalar yaptılar. Mescidin bir yanına da barınaksız kişilerin kalabilmeleri için “Suffa” adı verilen bir yer yapıldı, burada kalanlara “Ashab-ı suffa” denildi.
Medine hayatı
Medine (asıl adı Yesrib olan şehre Müslümanlarca Medinetü’n Nebi, sonra da kısaca Medine adı verildi) halkı, Mekke’den göç edenlerden (Muhacir) ve bunlara yardımcı olduklarından dolayı Ensar adını alan yerli halk (aslen Yemen kökenli Evs ve Hazrec kabileleri) ile Beni Kureyza, Beni Kaynuka, Beni Nadir adlı Yahudi kabilelerden oluşuyordu. Bunlar arasında birlik sağlamak oldukça güçtü. Medine sınırları yakınlarında Hayber vb. yerlerde yaşayan Yahudiler, varlıklı kişiler olduklarından, çevre üzerinde etkiliydiler. Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki geleneksel düşmanlığın yeniden alevlenme olasılığı da vardı. Ayrıca Ensar ile Muhacirleri kaynaştırmak, çözülmesi gereken bir sorundu. Hz. Muhammed, bütün bu kesimleri birleştirip bağdaştırmak amacındaydı. Ancak her şeyden önce çok yoksul olan göçmenlerin durumlarının düzeltilmesi gerekiyordu. Hz. Muhammed Muhacirleri yerli halk ile kardeş ilan ederek, onlara yardım etmelerini sağladı. Yahudiler ile açılan aralarını düzelterek Medine kent devletini kurdu. Farklı kesimlerin hak ve yükümlülüklerini saptayan 47 maddelik bir tür Medine Antlaşması benimsendi.
Medineli Yahudilerin Müslümanlığa karşı çıktıları, İslam’a ve Müslümanlara karşı olumsuz tutumlarını sürdürdükleri bazılarının Müslüman görünerek eski dinleri üzerine devam ettikleri rivayet edilmektedir. Hz. Muhammed 10 yıllık Medine hayatında başta Mekkeliler olmak üzere çok sayıda kabile ile savunma, saldırı, baskın veya sadece gözdağı vermek gibi psikolojik etki amaçlı 100 kadar askeri harekete imza atmıştır. (Bkz. Hz. Muhammed’in savaşları)
Mekkelilerle savaşlar
Medine’ye göç eden Müslümanların kalan mallarının yağmalanmasına karşılık Hz. Muhammed, Mekke’ye giden kervanlara el koymak isteyen Müslümanların ısrarlı taleplerine onay verdi. Büyük bir kervana saldırmak isteyen Müslümanlar ile bunu
haber alan Mekkeli kuvvetler arasında Bedir kuyularının olduğu bölgede yapılan muharebede (13 Mart 624) 305 kişilik Hz. Muhammed komutasındaki Müslümanlar, komutanları Amr İbni Hişam‘ı da öldürerek 950 kişilik Mekke kuvvetlerini bozguna uğrattı. Bir yıl sonra bu kez Ebu Süfyan komutanlığında 3000 piyade ve 200 süvariyle Medine’ye doğru yola çıkan Mekke kuvvetleri Uhud dağı eteklerinde yaklaşık 1000 kişilik Medine ordusu ile 19 Mart 625’te karşılaştı. Uhud Muharebesi olarak adlandırılan bu savaş sırasında bozguna uğramış Mekke kuvvetleri, Hz. Muhammed’in emrini dinlemeyerek dağın arkasından dolaşan geçidi kontrol etmek üzere konuşlanmış okçuların yerinden ayrılmasından faydalanan süvarilerin desteği ile tekrar toparlandı ve üstünlük sağladı. Taraflar şehirlerine geri döndüler. Daha sonra Mekkeliler Müslümanların Mekke kervanlarına saldırılarına devam ettiler. 31 Mart 627’de 10.000 savaşçısı ve 600 atlısı ile Medine’ye saldırmaya gelen Mekkelilere karşı Medineliler Hz. Muhammed komutasındaki 3000 piyade ile şehirde savunma savaşı yapmaya karar verdi. Selman-ı Farisi’nin teklifiyle şehrin bazı stratejik yerlerine hendekler kazılmasından dolayı Hendek savaşı olarak adlandırılan bu savaş bir kuşatmaya dönüştü. Bir ay süren kuşatma havanın soğuması ve fırtına çıkması ile kaldırılması Medinelilerin zaferi olarak kaydedildi.
Hudeybiye Antlaşması ve Mekke’nin Fethi
Hz. Muhammed ve ashabı, Beytullah ziyareti için Mekke’ye doğru yola çıktı. Mekkelilerin Müslümanları savaş için geldiklerini zannederek korkuya kapıldılar, anlaşma teklif ettiler. Hudeybiye köyünde, 628 yılında 10 yıl savaş yapılmayacağına dair anlaşma yapıldı. Bu anlaşmayı Mekkelilerin himayesindeki bir kabilenin bozması ile Hz. Muhammed komutasındaki güçler Mekkeyi kuşattı ve ufak birkaç saldırı dışında direniş olmadan 11 Aralık 629’da Mekke fethedildi. Hz. Muhammed Mekke’ye girer girmez genel af ilan edildiğini bildirdi ve Ebu Süfyan‘a bildirdiği şekilde, kimseye dokunulmayacağını ilan etti. Ardından içerisinde 360 put bulunan Kabe’ye yöneldi. İsra Suresi’nin 81. ayetini okuyarak putları birer birer devirdi ve daha sonra da beraberindeki Müslümanlarla Kabe’yi tavaf etti. En önemli ticaret merkezlerinden Mekke’nin fethedilmesinden sonra Hz. Muhammed’in insanları çağırdığı İslam dini Arap Yarımadası’nda üstünlük sağlamaya başladı.
Veda Hutbesi ve ölümü
Hz. Muhammed’in öldürülmesi için zehirleme yapıldığı ve ölümün bu zehirlenmeye bağlı olarak gerçekleştiğine dair rivayetler bulunmaktadır.[94]
Hz. Muhammed’in veda haccı olarak anılan Mekke ziyareti sırasında 632 yılı Mart ayında (9 Zilhicce) arefe günü 100.000 den fazla Müslüman’a seslendiği rivayet edilen Arafat vadisindeki Rahmet Dağı’nda yaptığı konuşmasına veda hutbesi denir. Veda Haccı‘ndan sonra Medine’ye dönen Hz. Muhammed kısa bir süre sonra hastalandı. Son anlarında Aişe ve kızları yanındaydı. Rivayete göre Hz. Muhammed, ölümü öncesinde hastalığının en şiddetli anlarında kâğıt-kalem getirilmesini istedi.
Müslümanların yollarını şaşırmamaları için bir yazı yazdıracağını söyledi. Ancak daha sonra bundan vazgeçti.[95]
Hayatını kaybetmeden bir süre önce Müslümanlara seslenmesi; “Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız, namaza dikkat ve devam ediniz!” şeklinde oldu.[96] Başı Aişe’nin göğsüne dayalı şekilde kelime-i şehadet getirdi. Ağzından dökülen son
cümle “Allahümme er-refikül ala…” (Türkçe “En yüce dosta” olarak çevrilebilir.[97]) şeklindeydi. 8 Haziran 632’de öldü.[77] Mescid-i Nebevî‘nin yanında bulunan Aişe‘nin evine defnedildi.
Hz. Muhammed’in ölümü sonrasında kabileler hâlinde İslamda irtidat olarak nitelenen dinden dönüşler yaşandı. Halife Ebu Bekir ordusuyla bu kabilelerin üzerine yürüdü ve ridde savaşları adı verilen kanlı savaşlar yaşandı.
Hz. Muhammed ayrıca geride önemli miktarda arazi ve mal varlığı bıraktı. Bunların en öne çıkanı tartışmaların da odağında olan Fedek Arazisi‘dir. Hz. Muhammed’in ölümü sonrası Fatıma bu arazileri Halife Ebu Bekir’den istedi. Ebu Bekir, bu mal ve arazilerin Peygamber tarafından halkın yararına idare edilen devlete ait kamu malları olduğu gerekçesiyle bu isteği geri çevirmiştir. Eşi Fatıma’nın ölümünden sonra Ali, Fatıma’nın peygamberin mirasından payını almak için tekrar başvurdu ancak başvurusu aynı nedenlerle bir kez daha reddedildi. Bununla birlikte Ebu Bekir‘den halifeliği devralan Ömer, Medine’deki arazileri Hz. Muhammed’in kabilesi Haşimoğulları adına Ali ve Abbâs’a verdi; Hayber ve Fedek Arazisi‘ni ise
devlet malı saydı.[98]
Hz. Muhammed’in ölümü sonrasında geriye kalan dokuz eşinden hiçbiri evlenmedi. Kur’an’da Hz. Muhammed’in eşleri için
“Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O’nun hanımları da onların analarıdır.” (Ahzab Suresi: 6)[99] ayeti bulunması sebebiyle bu kadınların evlenmelerine toplum hoşgörüyle bakmadı.
![]()
Evlilikleri ve çocukları
Genel inanışa göre Hz. Muhammed 11, ya da 13 kadınla evlenir. İranlı araştırmacı Ali Daşti Hz. Muhammed’in evlendiği 23 kadının listesini vermiştir.[100] Hz. Muhammed’in evliliklerinde savaş esirleri veya cariyeler de bulunmaktadır. Bunlar evlilik olarak kaydedilse bile İslam kültüründe cariyelerin statüsü ayrıdır ve bu kadınlarla cinsel beraberlik için nikâh işlemi yapılmaz.
Evliliklerin 2’si dışında tamamı Medine döneminde gerçekleşmiş, Hz. Muhammed’in eşleri için Mescid-i Nebevî‘nin duvarlarına bitişik odalar yapılmıştır.[101] Müslümanlar
« Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O’nun hanımları da onların analarıdır.[102] »
ayeti sebebiyle Hz. Muhammed’in eşlerinden annelerimiz diye bahsederler.
Rivayete dayalı geleneksel kaynaklara göre Ayşe, Hz. Muhammed ile evlendiğinde altı ya da yedi yaşındaydı.[103][104][105] Ayşe, dokuz ya da on yaşına ulaşana kadar cinsel ilişkide bulunmadılar.[103][104][106][107][108][109][110][111] Bu nedenle Ayşe evlilikte bakireydi.[104] Ayşe’nin yaşını hadis gibi kaynaklara göre hesaplayan modern Müslüman yazarlar, Ayşe’nin evlilikte on üç yaşından büyük olduğunu tahmin ederler.[112][113][114][115][116]
Hz. Muhammed’le evlendiği sırada 38, 40 veya 46 yaşında olduğu belirtilen ilk eşi Hatice’den 5, 6 veya 7 çocuğu olduğu,[117] Kasım, Abdullah ismindeki erkek çocukların küçük yaşlarda öldüğü, kızların Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma isimlerini taşıdıkları bilinir. Hz. Muhammed’in Ebu’l Kasım (Kasım’ın babası) olan künyesi, Hatice’den olan ilk oğluna dayanır. Hz. Muhammed’in Hatice’den sonraki evliliklerinden Eşi Mariye’den olan oğlu İbrahim
dışında çocuğu olmamış ve İbrahim iki yaşında ölmüştür.[118]
En küçük kızı Fatıma, Hz. Muhammed’in İslam tarihi açısından en fazla iz bırakan çocuğu ve soyunu devam ettiren tek çocuğudur. Alevi ve Şii anlayışında kutsanır ve ikinci Meryem olarak anılır. İslam geleneğinde Şerif ile Seyyidlerin soyları Fatıma ve Ali yoluyla Hz. Muhammed’e dayandırılır.[119]
![]()
Hilye
İslam adetleri Hz. Muhammed’in resminin çizilmesini hoş görmediği için onu sözle tasvir etme yöntemi tercih edilmiştir. İçerik hadis ve siyer kaynaklarından alınan anlatılardan oluşur. Osmanlı hattatları bu anlatımları hilye adı verilen bir sanat hâline getirmişlerdir.[120] Hilyelerde genellikle tercih edilen rivayette Ali bin Ebu Talib Hz. Muhammed’i şu şekilde vasfetmiştir:[120][121]
“Hazreti Peygamber’in boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa ne düz uzun saçlı; saçı, kıvırcıkla düz arasında idi. Değirmi (yuvarlak) yüzlü, duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kirpikliydi.
İri kemikli ve geniş omuzluydu. Göğsü, ortadan karnına kadar kılsızdı. İki avucu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman, sanki yokuş aşağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında bütün vücuduyla dönerdi.
İki omuzu arasında “Nübüvvet mührü” vardı. Bu Onun sonuncu peygamber oluşunun nişanesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu, en arkadaş canlısıydı. Kendilerini ansızın görenler Onun heybeti karşısında sarsıntı geçirirler, fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, Onu her şeyden çok severlerdi.”
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Muhammed
